Filmekimi 2024’te gösterilen bazı filmler ile ilgili düşüncelerim aşağıda yer alıyor. Çoğu filmdeki köpek ölümü/köpeğin öldürülüşü/babanın ölümü temaları/sahneleri ise 2024 yılında sinemanın dünyadaki son halini gözler önüne seriyor.
C’est pas moi: İster istemez Godard’ın son dönemini akla getirse de daha doğrusal bir yol izleyerek ondan ayrışan, geçmişle ve ilk defa politika ve tarihle düşünceye yer bırakmayacak şekilde üstümüze boca edilerek uğraşarak sinema tarihine ve Leos Carax’ın filmografisine aşina olunması beklenen otobiyografik kolaj. Malum ortamlara düşmesi beklenmeyen festivalin en önemli filmi. Artavazd Ashoti Peleshyan ve Godfrey Reggio ile birlikte yaşayan en büyük yönetmenlerden biri.
Heretic: Dinin karşısında mantığın yer alması, Mr. Reed’in (Hugh Grant) öngörülemezliği ve Chung-hoon Chung farkı ile öne çıkıyor. Uzun diyalogları yüzeysel de olsa izleyiciyi güvensiz alanda tutup geriyor, dinler arasındaki benzerlikleri açıklamak için verilen popüler kültür referansları (Radiohead ve Jar Jar Binks hayranı ilahiyatçı) ve teorinin bir noktada pratiğe dönüşme zorunluluğu yüzünden ikinci yarı izleyiciyi güvenli alana alarak türünde başyapıt olma şansını kaçırıyor.
The Return: Ralph Fiennes ve Juliette Binoche, The English Patient ve Wuthering Heights’tan sonra üçüncü kez birlikte çalışıyor. Konu epik şiir Odysseia’nın son bölümlerinden biri. İthaka Kralı Odysseus’un eve dönüşü. Ama ayrıntılar amaca uygun şekilde şiirde anlatılanlarla alakasız. Peki amaç ne? Sanırım yönetmen bir savaş gazisi kralın ülkesine dönüşünü ama kraliçesinin yanına anlamsız bir şekilde gitmemesini göstererek seyirciyi delirtmek finalde de katarsise ulaştırmak istemiş. İki oyuncunun yüzünü iki saat boyunca yakından izlemek istiyorsanız gidip görün. Hollywood’un tüm kodlarını barındıran filmle ilgili söylenebilecek olumlu noktalar yönetmenin Visconti’nin yeğeni soyadının ise Pasolini olması ve lokasyonlardan biri olan Korfu Adası.
Yeri gelmişken Kavafis’in İthaki adlı şiirinden bir bölüm, Ari Çokona çevirisiyle:
İthaki’yi aklından hiç çıkarma,
oraya varmaktır senin hedefin.
Ama yolculuğunu aceleye getirme sakın.
Yıllarca sürsün daha iyi ve artık İthaki’den
başka zenginlikler beklemeyen, yolculuk
boyunca kazandıklarıyla zenginleşmiş
yaşlı bir adam olarak demir at adaya.
Bird: Modern fabl. 14 yaşında baba olan ve kurbağasının salgıladığı sıvıyla para kazanmaya çalışan bir karakter var filmde. Yönetmen hayvanları filmlerinde kullanmayı seviyor. Bize Birleşik Krallık’ın yoksul kesimleri gösterilmek istenmiş ama inandırıcı değil tıpkı böyle bir ailenin küçük kızının aklı başında hareketleri gibi. Bu yoksulluk panoramasında yan hikayeler belirsizlikle sona eriyor. Franz Rogowski’nin The Crow olmaya çalışması/çalışmaması dışında ilginç bir durum yok. (Rogowski adını ne zaman duysam aklıma Mark Rogowski geliyor, 80’lerin efsane kaykaycısı, cinayet ve tecavüzden içeri girmişti.) Yerine Frank Capra’dan It’s a Wonderful Life izleyebilirsiniz, tema aynı.
Ainda Estou Aqui: Brezilya’daki askeri rejim döneminde 5 çocuklu bir aile babası sorguya çekilmek üzere evinden alınıyor, olaylar gelişiyor. Yakın dönemde Jair Bolsonaro gibi asker emeklisi bir işkencecinin Brezilya’yı yönetmesi düşünüldüğünde toplumsal hafızaya hizmet ettiği için tavır güzel, konu itibarıyla yapısı müsait olsa da kör göze parmak sahneler bulunmuyor. Müzik Warren Ellis’in, ismi filmin önüne geçmiyor. Anneyi Fernanda Torres, onun filmdeki yaşlılığını ise gerçek hayatta annesi olan 94 yaşındaki Fernanda Montenegro canlandırıyor. Yönetmen Walter Salles’i The Motorcycle Diaries’den tanırsınız, 24 sene önce çektiği Central Station’da da Montenegro’yu oynatmıştı. Film Oscar aldı, Montenegro ise ana dili Portekizce olup Oscar alan dünyadaki ilk oyuncu oldu. Ezcümle şartlar müsait ama kaçırırsanız bir yeriniz şişmez.
Vermiglio: Yine bir aile filmi. Bu sefer Rio’da değil Alp Dağları’nın eteklerinde izole bir kasabada yaşıyorlar. Hepsi birbirinden sıkıcı. Ayırt edici özelliklerinin verilme şekli estetik ve inandırıcı değil. Yönetmenin odağında ilk filminde olduğu gibi yine bir hamile kadın var. Hamile kadını kandıran adamın motivasyonu ise belirsiz.
Le Deuxieme Acte: Zekasında sıkışıp kalmış Quentin Dupieux’un son filmi. Yeni olmayan neyi deniyorsa birinde mutlaka tatmin olacaktır, çünkü bir şeye kafayı takarsanız uğraştığınız şey ile ilgili bir şahika mutlaka verirsiniz. Örnek: Tayfun Pirselimoğlu – Yol Kenarı. Filmde bir sinema öğrencisinin veya bir oyuncunun aylarca üzerine konuşabileceği yarım yamalak yeni olmayan malzeme, üç dört şaka ve iki fikir var. Fransa’nın en iyi oyuncuları da cabası: Léa Seydoux, Vincent Lindon, Louis Garrel ve Raphaël Quenard. Finalin çıkışta bana Japón’u hatırlatması kimin suçu bilemiyorum.