Big Lebowski’yi izlemiş miydiniz?
Lebowski adında işsiz güçsüz bir adamın isim benzerliği yüzünden başına gelen karmaşık olayları anlatır.
Filmin bir sahnesinde Lebowski (Jeff Bridges) ve arkadaşı Walter (John Goodman), kalp krizi geçiren Donny’nin (Steve Buscemi) küllerini almak için cenaze evine giderler. Külleri, muhafaza edilen vazo pahalı olduğu için, marketten aldıkları kahve kutusunun içine koyarlar. Doğaya savurma seremonisi planladıkları gibi gitmez, rüzgar yüzünden küller üstlerine uçar.
Şimdi durduk yere neden Big Lebowski’yi anlattığıma gelince…
Her yıl ortalama 75 bin 252 kişinin defnedildiği İstanbul’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin verilerine göre boş mezar yeri sayısı 177 bin 17’ymiş. İstanbul’da her gün ortalama 210 kişi defnediliyormuş. Aldıkları bu istatistiki verileri akıllarınca eğlenceli hale getirmek isteyen haberciler de yeni mezarlıklar açılmazsa 2.5 seneye kalmaz İstanbul’da mezar yeri kalmayacağını belirtiyorlar.
Lebowski gibi bir hayatı olup bu haberleri ciddiye alan gençler de sosyal medyada gömülmek yerine yakılmak istediklerini belirtiyor. İşi daha da ileriye götürüp cesetlerinin Romalılar gibi denize bırakılmasını isteyenler de yok değil.
Eskiden bu tartışmalara ünlüler de dahil olurdu. Bazıları başka bir gelenekten gelmiş gibi İslam geleneklerine göre gömülmek istediğini söylerdi. İçlerinde “Kendimi yaktırırsam yaşayanlara yer bırakırım, bu durum organ bağışı kadar önemlidir.” diyen de vardı. Mesela ünü ülke sınırlarını aşan bir edebiyatçımız 1990 yılında verdiği bir röportajda “Ağzımın içinde topraklar dolmuş bir şekilde yatmak istemiyorum, yakılmak istiyorum.” demişti.
Peki neden böyle oluyor? Neden her seferinde birtakım insanlar kökeni Hititlere dayanan ve Hinduizm, Budizm, Jainizm, Sihizm’de görülen yakılma yöntemine özeniyorlar?
İnsan ölümü her zaman merak ediyor. Ölüm, Hamlet’in benzetmesiyle “keşfedilmemiş diyar”ı deneyimleyemediği için insanoğlunun karşısındaki en büyük bilmece.
Sinemanın varoluşsal sorunlar ile dolu karakterleri ve hikayeleri de bu bilinmezliğin, “büyük meçhul”ün bir yansıması olarak izleyici ile buluşmuyor mu?
Nietzsche “Bir şey bize yaşantı yoluyla açık değilse, onu duyacak kulak da yoktur bizde.” demiş. Ölüm bize yaşantı yoluyla açık olmadığı için ölümden sonraki hayata başlamak için dinimizle alakası olmayan gömülme yolları düşünüyor olabilir miyiz? Buna içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ortamın göreceli rahatlığından doğan kendini beğenmişlik unsurunu da mı eklemeli?
Yakılma isteği belki de bu insanları ölüm karşısında yaşama daha da bağlı kılıyor, ölüm yaşam sorgulamasında yaşamanın kendilerince bir anlamı yaratılıyor. İnsanın en temel içgüdüsü ölüme başkaldırma isteğidir ya, belki de ölüme kendilerince bu şekilde karşı çıkacaklarını düşünüyorlar. Cahit Sıtkı Tarancı’nın dizeleri gibi “ölümden bir şey umarak” ölmenin hayalini kuruyorlar.
Dinimizce ölülerin yakılması caiz değildir. Ama devletimiz öldükten sonra yakılmak isteyenleri de düşünmüş. Bunun için 24 Nisan 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 224, 225 ve 226. maddelerine bakmak yeterli.
224. madde krematoryum açmak isteyen belediyelerin izin için öncelikle Sağlık Bakanlığı’na (o dönemde adı Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti) başvurmasını şart koşuyor.
Kremasyondan önce resmi kurumda çalışan bir doktordan ölümünüzün doğal yollarla olacağını yazan bir belge almalısınız. Ayrıca bu isteğinizle ilgili vasiyet yazmalısınız. 3 şahidinizin konuyla ilgili yazılı beyanatları da buna ekleniyor. Polisin de işin içinde kendilerini ilgilendirmeyen bir durum olduğuna dair bir belge vermesi gerekiyor. Her şey tamamsa ölümünüzü takip eden 24 saat içinde yakınlarınızın yakılma işlemi yani ihrak için belediyeye başvurmalı. Ola ki yanlışlıkla defnedildiniz, yasaya göre defnedilen birinin yakılmak için tekrar kabirden çıkarılması yasak.
Her şey tamamlandı ve gönlünüzce yakıldınız diyelim. Tanıdıklarınızın küllerinizi bir odaya koyup size bakıp üzüleceklerini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Küllerinizle mavi denizlere de açılamayacaksınız. Çünkü 226. maddede “İhrak neticesi cesetten hasıl olan bakaya hususi kablar derununda mezarlık dahilinde bir dairei mahsusada hıfzedilir.” yazıyor. Yani alıp eve götürmeniz yasak. (Avrupa’da da yasaktı. 1970’li yılların başından itibaren çıkarılan kanunlarla aile üyelerine kendi kişisel amaçları için yanmış bedenlere sahip olma hakkı tanıdılar.)
Dileyen gömülür, dileyen uğraşıp durur kendini yaktırır. İsteyen kriyojeni yöntemiyle vücudunu eksi 200 dereceye kadar soğutur, dileyen çevreciyse rezomasyon yöntemine takılır. Ceoio adında çevreci bir şirket var mesela… Sonsuzluk Elbisesi adını verdikleri bir kıyafet giydiriyorlar size, kısa sürede vücudunuz mantarlar tarafından yeniyor. Şimdiden sipariş almaya başlamışlar.
Daha da üşüttüyseniz Sonsuz Resifler (Eternal Reefs) adında bir şirket daha var. Resiflerin habitatlarının bozulmaması için resif topları yapmaya karar veren iki öğrencinin projesi. Bir gün işi daha da ilerletmişler, şirketin kurucularından birinin kayınpederinin kalıntılarını resifleri beslesin diye tasarladıkları resif toplarının içine koyup yeni bir akım başlatmışlar.
Kimse kimseye karışamaz, karışmamalıdır.
Sonuçta bir kez ölebiliyoruz. Sadece nasıl öleceğimiz bize bırakılmış. Arkeologlar sevilen kişinin şerefiyle gömülmesi için duyulan kaygının 130 bin yıl öncesine dayandığını belirtiyor. Ölü bedenlerimizi düşüneceğimize, sevenlerimizi bu kaygıdan mahrum etmeyecek bir yaşam sürmeye çalışmak sanırım en iyisi.
HAFTANIN KEŞİFLERİ
-Abdülhamit burnunu küçük parçalar halinde kestirdiği tülbentlerle silermiş. Silme işlemi bittikten sonra hepsini çöp yerine yakmaya gönderirmiş.
–Katolik Kilisesi önceden sadece günahkarların idamı için uygun bulduğu beden yakma uygulamasını 1963 yılında tanıdı. 2018 yılı itibarıyla ABD nüfusunun yarısı kremasyonu tercih ediyor.
-Kül: Nuri Bilge Ceylan‘ın Üç Maymun adlı filmine düşündüğü ilk isim.