Avishai Cohen geçtiğimiz salı akşamı son albümü 70’in turnesi kapsamında 25. İstanbul Caz Festivali aracılığıyla Sultan Park – Swissôtel The Bosphorus‘taydı.
Son albümü 70, ana enstrümanı kontrbas olan İsrailli sanatçının diğer albümlerinden farklılık gösteriyor. Daha çok ticari bir albümü andıran 70’te The Beatles’ın For No One cover’ı da var, İsrail ezgileri de, Latin esintileri de…Daha önce şarkı söylemesine nadir şahit olduğumuz sanatçı albümünde ilk defa bol bol bu yeteneğini de gözler önüne sermiş.
Salı gecesi Cohen, 4 kişiden oluşan grubuyla sahnedeydi. Klavye, davul, gitar ve vokal. İkinci şarkıdan itibaren daha çok alkış istedi ve üçüncü şarkıda herkesin ayağa kalkmasını ve ön sıralara gelmesini rica etti ve şarkılarını uzatarak doğaçlama yaptı. Gitarcısının rap performansı, davulcusunun tek kişilik şovu, yanıp sönen tasarım lambalardan oluşmuş sade sahne dekoru fena değildi. Kendisini caz dünyasına tanıtan Smash, One For Mark, All of You, Emotional Song gibi şarkılarını çalmadı.
Amerika’da bir caz festivalinde sahne alsaydı acaba aynı setlist’i mi tercih ederdi, pek sanmıyorum.
Perşembe gecesi ise soluğu Harbiye Açıkhava’daki Benjamin Clementine konserinde aldım. İlk albümünün deluks versiyonunda Nick Drake’in Riverman’ini yorumladığı ve kariyerinin başında çıktığı bir canlı yayında sergilediği performanstan sonra Paul McCartney’in övgüsünü aldığı için kendisini izlemek şart olmuştu.
Clementine sahneye işçi kıyafetiyle ve yalınayak çıktı. Avishai Cohen’in sahnesindeki kandile benzeyen lambaları burada da gördük. Sahneye cansız mankenler koymuşlar, tüm şarkılarını onlara karşı söyledi. Sanatçı herkesin bir anlamda cansız manken olduğunu, çünkü günlük hayatımızda birbirimize sevgi dolu ve saygılı davranmadığımızı, içten ölmüş bir vaziyette olduğumuzu düşünüyor.
Grubu bas gitar ve davul olmak üzere iki kişiden oluşuyordu. Davulcusu ise terlik giymişti. 5. şarkıdan itibaren sahneye bir kontrbas, bir çello ve üç kemandan oluşan beş kişilik yaylılar ekibini davet etti. Ekipteki dört kişinin ülkemizde yaşayan Türklerden oluştuğunu konserin sonunda öğrendik. İşten değil dişten artar mı demeli?
Clementine sahnede 90 dakika kaldı. Bize 11 şarkı sundu. 90 dakikanın yaklaşık 15 dakikası cansız mankenlerle konuşmasıyla, konser devam ederken oradan oraya yürüyen görevlilere ve insanlara neden yürüdüklerini sorup oturmalarını istemesiyle ve konserin sonunda seyircileri Amerika için yazdığı Jupiter adlı şarkısının sözlerini uyarlayarak “wishing Turkey a happy, wishing Turkey free” (Mutlu olsun Türkiye / Özgür olsun Türkiye) şeklinde zorla bağırttırmasıyla geçti. Jupiter’i de grubuyla değil tek başına piyanoyla icra etti. Merakla beklediğim Nemesis’i ise kısa kesti, geçiştirdi.
Clementine, konserin sonlarına doğru arkamızda yükselen İstanbul Kongre Merkezi’ni gösterip ICC Istanbul Congress Center yazısının ne anlama geldiğini sordu? Soundcheck için daha önce hiç sahneye çıkmamış, yazıyı ilk defa görmüş gibi… (One Awkward Fish’in sonunda bas gitarın cazırdaması, Condolence’nin ortasında mikrofon için sahneye teknik ekipten birinin gelmesi düşünüldüğünde insanın aklı karışmıyor değil.)
Ben ICC Istanbul Congress Center başka ne anlama gelebilir diye düşünürken seyircilerden biri ‘Convention Center’ diye bağırarak soruyu kendince yanıtladı. Clementine, ‘convention’ kelimesinin ne anlama geldiğini bilmediğini belirtti, politikayla ilgili olup olmadığını sordu ve içinde Istanbul Congress Center kelimelerinin geçtiği bir dakika süren doğaçlama bir şeyler çalıp söyledi. Fransa’da yaşamış, Fransız İhtilali‘ni elbet biliyordur ama Convention Meclisi’ni nasıl olduysa duymamış.
Bu noktada aklıma yıllar önce gittiğim Abana Şenlikleri geldi. Haluk Levent konsere 1.5 saat geç kalmıştı. Sahneye çıkarak seyircilerden özür dilemiş ve “Gelemedim Abana’ya” şeklinde başlayan uzun doğaçlama bir şarkı söylemişti. İnanın daha güzel ve samimi bir geceydi…
Benjamin Clementine’i Nina Simone’ye benzetiyorlar.
Bach’ı gözü kapalı çalan, caz dünyasının özgür doğaçlamalarına fügü ve kontrpuanı sokan bir devden, Nina Simone’den bahsediyoruz. Carnegie Hall’da konser veren ilk siyahi kadın müzisyen. Montreux’taki konserinde de ayakta gezinen bir kıza Clementine gibi dil dökmemiş, şarkıyı keserek “Otur yerine!” diye bağırmıştı. Bu benzetmeyi aklı başında kime yapsanız güler.
Özetle iki albümlük kariyeri olan sanatçı son dönemin parlayan yıldızlarından biri ama teknolojik aletlerle dolu evdeki hesap bence konsere uymadı. Artı bir müziksever olarak ben bülbülün konuşmasını değil şakımasını isterdim.
Konuyla ilgili kraldan çok kralcı kesilenler elbette çıkacaktır ama neyse ki benden önce bu eleştirilere kendisi cevap vermiş:
“Dürüst olmam gerekirse sahnede yanlış işler yapıyor olabilirim. Sonuçta insanlar konserlere müziğimi dinlemeye geliyorlar, o yüzden konuşarak doğru mu yapıyorum bilmiyorum. Sadece sahnenin bana bir olanak tanıdığını düşünüyorum. İnsanları rahatsız etmek her zaman güzeldir.”
HAFTANIN KEŞİFLERİ
Can Ozan adında bir sanatçımız 1978 yılında Belçika’da Barclay firması ile üç yıllığına anlaşıp bir kırkbeşlik plak çıkarmış. Can Ozan’ın aranjörü ise Adamo ve Frédéric François ile çalışmış Hollandalı Nico Gomez. Aşağıda fotoğrafını gördüğünüz Can Ozan ile ilgili internette tek bir haber yok. Plaktaki Güzel Gelin ve Elveda Yarim adlı iki şarkı dijital müzik platformlarında ve Youtube’de bulunmuyor.
Nur Yoldaş’ın 1981 tarihli Sultan-ı Yegâh adlı şarkısı bence Türkiye’nin ilk reggae şarkısı. Konunun uzmanları belki daha eski örnekler sunabilir.