Parola: Sahaf Sıcak İse Sami İle Sevin

9 Haziran’da başlayan Kadıköy Sahaf Günleri 17 Haziran’da son bulacak.

Etkinlik Kadıköy Belediyesi ve Beyoğlu Sahaflar Derneği iş birliği ile Kadıköy’deki Sanatçılar Sokağı olarak bilinen Ali Suavi Sokak’ta düzenleniyor.

Ben de elimde bir listeyle ve keşif heyecanıyla tatil günümü fırsat bilerek yola koyuldum.

Normalde insanlar gezer, alışverişini yapar sonra bitap düşünce veya aldıklarını okumak hevesiyle bir yere oturur. Ben o kadar yorulmuşum ki sokağa girer girmez irili ufaklı cafe’lerden birine çöküverdim.

Karşı masada üzerinde krem rengi pardesü, kahverengi fötr şapka, masasında kahverengi bir çanta ve birkaç kitap olan garip yaşlı bir adam vardı.

Yan masada Kazancakis’in Zorba’sını okuyan bir üniversite öğrencisini masasına çağırıp okuduğu kitapla ilgili güzel bilgiler verdi.

Merakımdan masasına gidip tanıştım. Yazar olduğunu söyledi. Adını daha önce duymamıştım. Muhsin Ertuğrul ile arkadaş olduğunu belirterek bana birkaç anısını anlattı.

Ne yalan söyleyeyim, Muhsin Ertuğrul’un adını duyunca adamın bunamış bir palavracı olduğunu düşündüm, zaten oldukça yavaş konuşuyordu, kafamda da bin tane sorun ve inanılmaz bir sıcak vardı.

Bana çok insanı yazar yaptığını belirtip roman yazmak isteyip istemediğimi sorunca iyice bunaldım ve beylik bir laf etmek istedim ve ağzımdan sanki 60 yaşındaymışım gibi “Roman yazamam, çünkü hayatla uzun yıllar önce barıştım.” cümleleri çıktı. Kalkmak için izin istedim. Adamcağız bozuldu, kalkarken o son görüntüsüne takıldım, bir tuhaf oldum. Acelem olduğunu göstermek düşüncesiyle telefonunu istedim. Kullanmıyormuş. Cağaloğlu’nda kendisini bulabileceğim bir kahvehanenin adını verdi.

Çıkıp sokakta biraz ilerledim. İnternete adamın adını yazdım.

Sami Gürel. 1932 doğumlu. Antolojilerden denemelere bir sürü kitabı var. 1964 yılında çıkardığı Türkiye’de Tiyatro adında bir söyleşi kitabı da mevcut. İlk şiiri 1955 yılında İzmir’de çıkan Gayret Dergisi’nde yayınlanmış.

Kafamda binlerce soru belirdi, koşturarak geri döndüm ama Sami Gürel iki dakikalık süre içerisinde oturduğu yerden kalkıp kayıplara karışmıştı.

Buruk bir şekilde kitap dolu tezgahlar arasında gezinmeye başladım.

Daha önce İstanbul’un farklı semtlerinden 42 sahafın katılacağı söylenen etkinlikte taş çatlasa 20 sahaf var ve hep aynı kitapları görüyorsunuz:

Engin Geçtan – İnsan OlmakFranz Kafka – DavaGeorge Orwell – 1984.

Belli ki dükkanlarında satılamayan kitapları sokağa getirmişler, belki geçen biri görür de uygun fiyata alır diye. Çünkü aklı başında biri sahafa girip “Kafka var mı?” diye sormaz.

Almak istediğim, listeme yazdığım bazı dergiler vardı mesela. Aradıklarımı geçtim, 20 tane sahaf varsa 18’inde dergi yoktu.

Elimdeki kitap listesini gösterdiğimde de hepsi aynı şeyi söyledi: Buraya getirmedik ama dükkanımızda var.

Hakkını vereyim, hiç hesapta olmayan kitaplar da görmedim değil. Ama maalesef bunların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardı.

Mesela efsane yönetmen Ingmar Bergman’ın kızıyla evli olan 2015’te hayata veda etmiş İsveçli yazar Henning Mannkell’in Altın Yayınları’ndan çıkan polisiye romanları. BBC’nin dört sezon süren Wallander adlı dizisi bu romanların baş karakteri olan dedektif Kurt Wallander’in maceralarını anlatır.

Ya da 1947’de Remzi Kitabevi’nden çıkan Lo Duca’nın Sinema Tarihi adlı kitabı. Sinema tarihinin ilk el kitabı diye bilinir. Bir tezgahta 5 TL’ye satılıyordu.

Sokaktan umutsuz bir şekilde ayrılırken Sevin Okyay ile karşılaştım. Üzerinde Fassbinder yazılı siyah bir tişört vardı. Her zamanki pozitifliği ve klasıyla kitapların her gün değiştiğini ve bir iki kere daha gelmem gerektiğini söyledi.

Dönüşte aklımda yine 86 yaşındaki Sami Gürel… Oraya bu sıcakta kimbilir nereden kitap satın almaya gelmiş, gerçek bir entelektüel, bir beyefendi, bir hazine. Sonra ona sarfettiğim cümleleri düşündüm. Orson Welles demiş ya “Hayatım boyunca enerjimin ve yeteneklerimin ancak %2’sini kullanabildim. Geri kalan %98’i küçük insanlarla itişmekle geçti.” diye… Bizimkisi de sanırım kıyısından biraz o hesap… Burnumuzun ucundaki bilinmeyen bir güzelliği hayatın keşmekeşi içerisinde anlayamamış, biraz da garip bir şekilde kaçırmışız. Dövünmenin de bir yararı yok. İyisi mi Henry Miller’a kulak verip yine hayatın içine karışmak:

Hep ustalardan söz eder, ama onları tanımayız. Usta belki de serserinin biridir.

Umudunuzu hiç kaybetmemeniz ve güzel bir bayram geçirmeniz dileğiyle…

HAFTANIN KEŞİFLERİ

-Yakın tarihimizin en önemli figürlerinden İngiliz filozof Houston Stewart Chamberlain (1855-1927) ile Alman teorisyen Alfred Rosenberg’in (1893-1946) bir tane dilimize çevrilmiş kitabı yok. Dahası dünyanın en iyi şairlerinden Pulitzer ödüllü Amerikalı şair Franz Wright’ın da (1953-2015) dilimizden okuyabileceğimiz kitabı bulunmuyor.

Kadıköy Sahaf Günleri’nde bir baba ile en fazla 10 yaşında gösteren çocuğunun inanılmaz diyaloğu:

“Söyle bakalım, gökyüzündeki yıldızlar mı daha çoktur, yoksa yerdeki kum taneleri mi?”

“Yıldızlar baba…”

“Aferin!”

“Baba insanların eskiden mağaralarda yaşamak zorunda kalmalarının sebepleri neydi?”

-Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol adlı eski dünya kupalarından kesitler sunan denemesi 2018 FIFA Dünya Kupası ile yatıp kalkmaya başladığımız şu sıcak günlerde okumak için bir şeyler arıyorsanız biçilmiş kaftan.

-Birini ‘kitap kurdu’ şeklinde nitelerken bir kez daha düşünmek lazım. Ali Emiri Efendi (1857-1924) Atina’da çalışırken, o zamanlar sürgün yeri olarak bilinen Yemen’e tayinini istemiş. Çünkü aradığı el yazması Yemen’de bulunuyormuş.