Kamyon şoförlüğü, kaldırım taşı döşemeciliği ve tavukçuluk yaptı. Tavukçulukta iflas edince hamallığa başladı ve sekiz yıl bu işe devam etti. Hamal olduğu için hep hor görüldü. Emekliliği gelir gelmez işten çıkardılar. En azından emekliliğine sevinmek istedi, sevinemeden beyninde tümör olduğunu öğrendi.
Ameliyat olmadan önce sekiz yıl beynindeki tümörle yaşadı. Günlerini amansız nöbetlerle geçirdi. Rüyalarında idama mahkum oldu, boğuldu, hep ölüler ve mezarlar gördü. Yine de her gece oklavasını başının altına koyup yatağa yattığında Allah’a dua etmeyi unutmadı.
2500 nüfuslu köyün en yoksuluydu. Eşi, çocuğu ve pelikülü çok seven kedisi Peliş ile kirada oturduğu evinin kapısı bozuk, damı akıyordu. Denizli işi ayakkabıları vardı tabanları çok ses yapan, bir de İnegöl İşi Çantam adlı şiiri.
Emekli olmuştu ama hala kendisine boya kalemleri alan çocuk kalpli bir adamdı. Bir ara komşusundan ödünç aldığı dürbünle uçakları izlemeye heves etti, kolu yorulduğu, hastalığı elvermediği için ondan da vazgeçmek zorunda kaldı.
14 yaşında Oliver!‘ı (1968) izledikten sonra yönetmen olmayı kafaya koydu. Sinema kelimesi onun dilinde resimlerin hareket etmesinden mütevellit “gımıldak”tı. Ardında 11 kısa, 1 uzun metraj film, 2 çekilememiş senaryo ve 40’a yakın ödül bırakarak 2009 yılında hayata veda etti. 45 yaşında başlayıp 3 sene boyunca yazmayı sürdürebildiği günlüğü ise geçtiğimiz günlerde Sinema İçin Bunca Acıya Değer mi? adıyla yayımlandı.
Günlükte eşek arılarının mekan tuttuğu bir kovanda bal peteği dokumaya çalışan Uluçay’ın çırpınışları var. Çevresini ise kendi ifadesiyle güçlüler karşısında köpeğe dönüşüp güçsüzlere çakal kesilen insanlar sarmış. Ahmet Uluçay’ın hikayesinde nerede yaşarsak yaşayalım, ne iş yaparsak yapalım size de okuduğunuzda tanıdık gelecek yanlar bulunuyor.
Kitabı okuduktan sonra bazı sorularımın cevaplarını almak için Ahmet Uluçay’ın oğlu İdris Uluçay’ı aradım. Şimdi sözü ona bırakıyorum.
“BABAM ZEKİ DEMİRKUBUZ VE NURİ BİLGE CEYLAN’IN SAMİMİYETİNE İNANMAZDI”
Babanızın sinemayla ilgili düşüncelerinden başlayalım mı?
Babam bana aslında sinemayla uğraşmak istemediğini, sinemanın kendisini çok yorduğunu söylerdi. “Sinema yapmadan yaşayabileceğimi bilsem bu işten uzak dururdum.” derdi.
Bildiğim kadarıyla dedeniz de babanızın sinemayla uğraşmasına sıcak bakmıyormuş…
Babamın dedemle arası çok kötüydü, bir kez olsun dedemin kendisine ismiyle hitap etmediğini söylerdi. Dedem babama hep “İşe yaramaz işlerle uğraşıyorsun, git çiftçilik yap, inşaat işçiliği yap, sinema puşt işidir.” derdi. Çok iyi biliyorum ki dedem babamı bir kere onaylasa dünyanın en mutlu insanı babam olurdu herhalde ama dedem bu mutluluğu bir kez olsun babama tattırmadı.
Peki sizin ilişkiniz nasıldı babanızla?
Bizim çok iyi bir ilişkimiz vardı. Bana hep “Bu dünyada beni en iyi anlayan kişi sensin.” derdi.
20 Mart 2002’de babanız günlüğüne Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak adlı ilk uzun metrajlı filminin çekimlerinin 7 ay önce bittiğini ve İstanbul’dan hiç ses çıkmadığını yazmış. Çekimlerden yaklaşık 3 sene sonra film 26 Kasım 2004 tarihinde vizyona giriyor. Filmin vizyona girmesi neden bu kadar gecikti?
Babamın sağlık problemleri vardı. O arada iki ameliyat geçirdi. Filmin çekilmesine öncülük eden Ezel Akay’ın da başka projeleri vardı. Kötü düşünmek istemiyorum. Film bir köşede öylece durdu.
Ezel Akay, Çek bir Film adlı belgesel serisinin 22. bölümünde Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmi ile ilgili “15 bin dolara çekilen film, doğal olarak yaklaşık 200 bin dolara mal oldu. Ama bu paranın hepsini geri aldık.” diyor. Babanız ise günlüğünde 11.700 dolar tutan bütçeyi faksladığını, Tavşanlı’daki çekimlerden sonra prodüksiyon ekibinin borç takıp gittiğini yazmış. Günler sonra ise “Filme harcanan para belli değil, vicdanlarına kalmış.” diyor. Neler söylemek istersiniz?
Babama “Biz bu filme çok az bir para yatırıyoruz, biz bu parayı çöpe attık diye bakıyoruz, olursa olur olmazsa olmaz.” dediler. Filmin 200 bin dolar gibi bir paraya mal olmasının imkanı yok. Ben hatırlıyorum, babamın film için aldığı ücret o zamanki parayla 2.5 milyardı. Onu da 5 taksitte ödediler. Ama şu bir gerçek, Ezel Akay olmasaydı babamın uzun metrajlı bir filmi asla olmayacaktı belki de.
Film erken gösterime girseydi ne gibi değişiklikler olabilirdi?
Zamanında gösterime girseydi babam mutlu olurdu, daha çok yaşardı, belki hastalığı ve vefatı yüzünden yarıda bırakmak zorunda kaldığı Bozkırda Deniz Kabuğu adlı filmine daha önce başlamış olurdu ve filmi bitirirdi.
Sahi ne oldu Bozkırda Deniz Kabuğu’na? Haberlerde Ezel Akay’ın, Uluçay’ın yarım kalan filminin bitirilmesi için onur üyesi olduğu Film Yönetmenleri Derneği’nin harekete geçmesini istediğini okumuştuk. Mustafa Altıoklar da filmin bitirilmesi için her şeyi yapacağını söyleyip söz vermişti.
Ortaya çok kötü bir şey çıkmasındansa hiç bir şey çıkmaması daha iyi oldu bence.
Ama o kadar sözden sonra en azından bir deneme yapabilirlerdi, bir hazırlık bir görüşme süreci yaşanabilirdi…
Yeşim Ustaoğlu çok istedi filmi tamamlamayı. Ama sonra Ezel Akay’ın yardımcısı Serkan Çakarer filmi Ahmet Uluçay’dan başka kimsenin çekemeyeceğini açıkladı kendisine. Babam olmayınca ellerine yüzlerine bulaştırmak istemediler herhalde. Ama Osman Doğan adında bir çocuk var. Güvercin Hırsızları adlı bir filmi var. O ilgileniyor babamın senaryolarıyla. Duyarlı biri olduğu için onun çekmesini isterim.
Stanley Kubrick, Eyes Wide Shut’ın çekimlerinden sonra ölmüştü. Ama film vizyona girdi. “Yahu bu adam Stanley Kubrick, dokunmayalım.” demediler.
Sırrı Süreyya Önder de bir televizyon programında Yüksel Aksu’ya “Senin yarım kalan filmini tamamlayabilirim ama Ahmet Uluçay’ınkini tamamlayamam.” demişti.
Belki Zeki Demirkubuz tamamlayabilirdi. Günlüğe göre, babanıza birdenbire Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmi hakkında “Bilge’yle senin filmi biz yapalım bari.” demiş.
Babamın onlardan hiçbir zaman böyle bir isteği olmadı. Zaten bu günlükte de yazar. Babam arkadaşı olan Zeki Demirkubuz’un neden böyle söylediğini anlayamadığını ve üzüldüğünü belirtir.
Babanız Nuri Bilge Ceylan’dan bahsederken “Bu adamlara asla güven olmaz. Mayıs Sıkıntısı’ndan sonra benden temelli uzaklaştı. Senaryoya olan katkımı unutmuş görünüyor. Hatırlamasına da ihtiyacım yok zaten. Hatırlaması bana sıkıntı verirdi.” diyor. Zeki Demirkubuz için de benzer ifadeler kullandığını söyleyebiliriz.
Babam ikisinin de samimiyetlerine inanmazdı.
Ama sinema anlayışlarıyla ilgili övgü dolu cümleleri de var günlükte.
Babam çok dobra bir insandı. Yaptıkları filmleri her zaman kişiliklerinden ayrı tutmuştur. İyi birer yönetmen olmaları iyi insan oldukları anlamına gelmez.
Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan babanızın vefatından sonra sizi aradı mı?
Nuri Bilge Ceylan babamı hastanede bir kere ziyarete gelmişti. Babam hayatını kaybettiğinde de film çekimindeymiş. Eşi taziyeye gelmişti. Zeki Demirkubuz aramadı.
Siz kaç yaşındaydınız o zaman? Evin tek çocuğu olarak en azından sizi de aramaları gerekmez miydi?
Babam hayatını kaybettiğinde 30 yaşındaydım. Bilemiyorum, hatırladığım beni kimsenin aramadığı.
“YAPIMCI BABAMIN HASTALIĞI İLERLEYİNCE FİLMİ BIRAKTI”
Bozkırda Deniz Kabuğu’nun çekimlerinin yarısının bittiğini biliyoruz. O görüntüler şimdi nerede?
Bozkırda Deniz Kabuğu’nun yapımcısı Tayfun Delice’ydi. Ve ellerinde de en fazla kullanılabilecek bir iki dakikalık görüntü vardı. Görüntülerin nerede olduğunu bilmiyorum.
Çekimlerin yarısının tamamlandığı şeklindeki haberler doğru değil miydi yani?
Tayfun Delice o şekilde bilinmesini istemişti. Nedenini bilmiyorum. Zaten o görüntüleri de babamın çekmediğini görür görmez anladım. Tayfun Delice hastalık ilerleyince ayrıldı filmden.
Gelelim babanızın çekmek istediği Kuzey Masalı’na. Hakkında en ufak bir bilgi yok, sadece ismi var. Nasıl bir hikayeydi bu?
Hikaye 1960’lı yıllarda Almanya’da bir kasabada geçiyor. Film bir çocuğun akrabasının yolladığı kartpostaldan sonra değişen hayatını anlatıyor.
Yine hemen hemen tüm filmlerinde olduğu gibi merkezde çocuklar var yani…
Babam geçmişini, çocukluğunu çok özlerdi. “Bir daha o günlere dönmenin imkansız olması bana büyük acı veriyor.” derdi. Filmlerinde hep çocuk karakterleri merkeze koyması da çocukluğuna olan özlemle alakalı.
Daha önce duymadığımız çok şey anlattınız ama son olarak bir kez daha hiç kimsenin bilmediği, babanızla yaşadığınız özel bir anınızı paylaşır mısınız?
Babamla bir gün İstanbul’da kafede otururken iletişim fakültesinde öğretim görevlisi olduğunu söyleyen birisi yanımıza gelip “Ahmet abi sen misin? Ben sana dokunmaya korkuyorum, sen gerçek misin?” demişti. Bu beni çok etkilemişti.
Bu tarz insanları ben ‘ünlü hastası’ şeklinde nitelendiriyorum. Okumuş olanları genelde bir ortamda ünlü gördüğünde aslında görmemezlikten gelir, farklı yollarla dikkat çekmeye çalışır. O yüzden bu istisnai durum bana da ilginç geldi. Çok teşekkür ederim bana zaman ayırdığınız için.
Ben teşekkür ederim.
HAFTANIN KEŞİFLERİ
Tam Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı eşsiz romanını Semih Kaplanoğlu’nun film yapacağını öğrenip canım sıkıldığı anda, Peyami Safa’yı çok seven Ahmet Uluçay bakın bize yaklaşık 20 sene önce ne önermiş: Yalnızız’ı bir gün birisi film yapmalı.
Ahmet Vehbi Şafak’ın Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde çıkardığı efsane fanzin Anadol’un 15 Ocak 2002 tarihli sayısında; Ahmet Uluçay’ın birkaç sene önce Uluslararası Antalya Film Festivali‘nden ödülle döndüğü, babasının ise çıplak kadın heykeli olan ödülü görünce “Kaldır şunu!” dediği, annesinin de “Dursun salonda.” diyerek heykele elbise diktiği yazılı.
Yüreğinize, kaleminize sağlık. Ahmet Uluçay sevdiği şeyler ve düşlerle ışıklar içinde uyusun.