İdil Fırat: Herkes fotoğraf çekemez

Kirli Beyaz dizisindeki Aylin karakteri ile ekranlara hızlı bir dönüş yapan İdil Fırat ile yeni dizisini, sanat anlayışını, Türk sinemasını, hobilerini ve hedeflerini konuştuk.

Kirli Beyaz dizisinde oynamayı neden kabul ettin? Sana cazip gelen neydi?

Projeyi kabul etmemde tabii ki en başta bana teklif edilen karakteri sevmem rol oynadı. Ayrıca yapım şirketimiz Kamera Film’in özenli ve hassas ön çalışmasından etkilendiğimi itiraf etmeliyim.

Dizide canlandırdığın karakterden biraz bahseder misin?

Dizide canlandırdığım Aylin Kahraman karakteri maddi anlamda hiçbir sıkıntısı olmayan, oldukça varlıklı ancak iç dünyasında dertleri, acıları olan bir kadın. Severek evlendiği eşiyle ilişkisi yıllar içinde kopma noktasına gelmiş. Hasta olan kızının üzerine fazlaca titremesi, istemeden de olsa baskıcı bir anne gibi görünmesine yol açmış ve kızını da bu sebeple kendinden uzaklaştırmış. Ailece yıllar önce yaşadıkları ve saklamak zorunda oldukları bir takım sırlar var. Bu sırların ağırlığını taşıyor ve dertlerini alkolden destek alarak hafifletmeye çalışıyor. Kısacası aslında dışarıdan görünen o kusursuz hayat fotoğrafının arkasında bambaşka şeyler var. Bu anlamda karakterimi seviyorum, çünkü iç dünyasındaki çalkantılı halleri bir oyuncu olarak bana malzeme yaratıyor.

Set ortamında çekememezlik oluyor mu?

Şans eseri tek derdi işi olan ve daha iyiyi dert eden, problemsiz insanlarla bir araya geldik. Dolayısıyla uyumlu, keyifli ve enerjisi güzel bir setimiz var. O yüzden oldukça mutluyum.

Dizinin hayranları ilerleyen bölümlerde ne gibi sürprizler görecek?

Pek çok insanın dışarıdan imrenerek baktığı hayatların içinde aslında ne acılar, ne tatminsizlikler ve yoksunluklar olabileceğini ve bunların parayla giderilemeyeceğini göreceğiz. Tabi zaman zaman güzel duygular, umutlar ve aşklar eşlik edecek hikayeye. Heyecan ve merak her daim olacak. Daha işin başındayız, umarım zaman içinde seyirciyle buluşur ve birlikte uzun soluklu bir yol alırız.

Oyunculuk serüvenin nasıl başladı, seni oyunculuğa iten etkenler nelerdi?

Oyuncu olmaya karar verişim, İzmir’deki lise yıllarıma dayanıyor. Devlet Tiyatrosu’nda sevdiğim oyunları gidip üst üste birkaç kez izlerdim. Bir süre sonra içimde seyirci koltuğunda oturmak yerine sahnede olmak fikri baş gösterdi. Aleksei Arbuzov’un “Söz Veriyorum” adlı oyunudur bende bu kıvılcıma sebep olan. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü’nün sınavlarına girdim ve 4 sene sonra Oyunculuk Bölümü’nden mezun oldum. Devlet Tiyatrosu sınavına girmek yerine Ankara’ya Ankara Sanat Tiyatrosu’na gitmeyi tercih ettim. Aslında niyetim Ankara’da kalmak ve tiyatro yapmaktı ama 1 sene sonra İstanbul’a yerleşmemin daha doğru olacağını gördüm. İstanbul çok daha olanaklı bu anlamda.

İdil Fırat'ın hayvan sevgisi

İdil Fırat set dışında bir gününü nasıl geçirir?

Mütevazı bir hayatım var. Evde zaman geçirmekten çok keyif alıyorum. 2 kedim 1 köpeğim var. Evde onlarla huzur buluyorum. Kendi çapımda resim yapıyorum, taş boyuyorum. Fotoğrafa merakım var. Çekimlerden arta kalan zamanlarda fırsat buldukça fotoğraf çekmek üzere yollara düşüyorum. Koşullar uygunsa yurt dışı gezilerine katılmaktan büyük keyif alıyorum. İçimde ciddi anlamda bir gezgin ruhu var. Hayatta beni en çok heyecanlandıran şey yolculuk hali veya yolculuk fikri sanırım. Sıklıkla gerçekleştirme fırsatı bulamasam da kafamda sürekli gitmek, havasını solumak istediğim yerlere dair programlar var.

Taş boyama çok ilginç geldi doğrusu. Biraz daha ayrıntıya girebilir misin?

Deniz kıyısından topladığım taşları yaklaşık 3-4 saat süren bir uğraşla herhangi bir hayvana dönüştürmek, en ince ayrıntısıyla uğraşmak terapi gibi benim için. Taşları şekillerine, yapacağım hayvana ya da nesneye göre seçiyorum. Ana çizgilerini kurşun kalemle çizip akrilik boyayla boyamaya başlıyorum. Tek tek tüyler, kıvrımlar, gölgeler, tonlar derken 3-4 saatte sonlanıyor. Oldukça zahmetli ama bir o kadar da eğlenceli bir uğraş.

Gezdiğin ülkelerden en çok etkilendiğin yer neresiydi?

2 sene önce gittiğim Nepal’in bende ayrı bir yeri olduğunu söylemeliyim. Dünyanın en yoksul ülkelerinden birinde yaşanan onca sıkıntıya rağmen saflığını, gözlerindeki ışıltıyı yitirmemiş, bir gülümsemenize en sıcak selamla karşılık bulduğunuz insanlarla tanıştım orada. Varolan durumu kabullenmiş, şikayet etmek yerine gülümseyerek yaşamayı seçen güzel ve özel insanları gördüm. Hayatın tüm karmaşasına rağmen tuhaf bir huzur haliyle yaşayıp gidiyorlar. Hayatımın bir döneminde mutlaka tekrar gitmek istiyorum.

Çektiğin fotoğraflarla ilgili masabaşı düzeltmelerde yardım alıyor musun?

Bu konuda iddialı değilim ama şu anda kendi kendime halledebilecek durumdayım.

Peki fotoğraf sergisi düşündün mü?

Kısmet diyelim… Geçenlerde ufak çaplı bir gösterim oldu aslında. ODTÜ Mezunları Derneği’nin her sene düzenlediği bir fotoğraf şenliği var. Bu sene birkaç kişiyle beraber benim de fotoğraflarım sergilendi. Keyifli ve daha çok fotoğraf çekmeyi teşvik eden keyifli bir çalışmaydı.

Çalışmalarından etkilendiğin fotoğrafçıların isimlerini alabilir miyim?

Henri Cartier Bresson gerçekten saygı duyulacak bir fotoğrafçı. Her zaman tam da olması gereken zamanda doğru yerde bulunuyor.

Fotoğraf sence bir sanat mıdır?

Evet, sanattır.

Ara Güler’in ‘Fotoğraf sanat değildir. Çünkü hakikatın parçasını yakalayan bir şeydir fotoğraf. Hakikat olduğu için fotoğraf mevcuttur.’ beyanatına ne diyorsun?

Fotoğraf bence bir sanattır çünkü herkes fotoğraf çekemez. Evet, varolanı fotoğraflıyoruz ama sanat işin içine bu fotoğrafı nasıl aktardığınız ve izleyende nasıl bir duygu yarattığınız süreçte devreye giriyor.

Hayvanlarının isimlerini öğrenebilir miyim?

Köpeğimin adı Tyra, kedilerimin ismi ise İrma ve Smoky…

Zaman zaman sevimli dostlarımızla ilgili basında okuduğumuz yüz kızartıcı ve can sıkıcı haberlerle ilgili neler söylemek istersin?

En büyük hayallerimden biri; kendini evrenin tek sahibi sanan insanoğlunun, ciddi bir değişim geçirerek hayvanların da en az bizler kadar yaşam hakkına sahip olduğunun bilincine varması. Hayvanların vahşice öldürülmediği, eziyet görmediği, hakettikleri saygı ve sevgiye ulaştıkları bir dünya görmek istiyorum. Konusu açılmışken hayvanlara yapılan kötü muamelelerin ülkemizde halen “kabahatler kanunu” kapsamında değerlendiriliyor oluşu içler acısı… En kısa zamanda yasanın değiştiğini görmek istiyorum. Bu arada özellikle hayvanlardan söz ediyor oluşum kendilerini ifade etme şansları olmadığı içindir, onların sesi ancak biz olabiliyoruz, birileri de onların yanında olmalı.

Hayvan deneyleri hakkında da duyarlı mısın? Sence hayvanlar üzerinde yapılan deneyler modern hayatın bir gereği değil mi?

Bu çok derin ve acı bir konu… Tıp, ilaç ve kozmetik alanında yapılan deneylerde sadece Amerika’da her 30 saniyede 10 hayvanın öldüğü, daha doğrusu öldürüldüğü gerçeği var. Üstelik kelimelere dökmek istemediğim koşullarda, inanılmaz acılar eşliğinde. Kendini “üstün”  ilan eden insanoğlunun yine kendisi için hayvanların ölmesine karar vermesi durumu bu. İnsanlık yararına yapılan deneylerin pek çoğunda alternatif yöntemler de mevcut aslında ama laboratuvar hayvanları konusunda ciddi bir sektör olduğundan bu alternatiflerin tercih edilmeme durumu var ve bu çok acı! Üstünlüğümüzü vicdan, etik ve hassasiyet konularında kullanmayı öğrendiğimiz zaman iddia edebiliriz ancak. Alternatifi olmayan deneylerde mümkün olduğunca etik kurallarına uyularak hareket edilmesi, onun dışında diğer alternatiflerin hayata geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bilim adamlarının üzerinde çok tartıştığı bir soru sormak istiyorum. Sence yengeç böcek midir yoksa hayvan mı?

Benim için yengeç, çocukluk yıllarımda arkadaşlarım denizde yüzüp oynamayı tercih ederken, kayalıklar arasında saatlerimi geçirmeme ve güneşin altında ıstakoz gibi yanmama sebep olan bir arkadaştır.

Biraz da aynı dili konuştuğumuz hayvanlardan bahsedelim….

Bu tabiri sevmiyorum, iltifat etmek gibi aslında.. Onlara “kendini insan zannedenler” diyorum ben…

Tekrar konumuza dönecek olursak Türk sineması hakkında düşüncelerini alabilir miyim?

Türk sineması henüz özgün bir dil oluşturmak konusunda yol almaya ihtiyaç duyuyor kanımca. Ama son yıllarda nitelikli, güzel filmlere rastlıyoruz, bu da çok umut verici. Çekilen film sayısının artması da olumlu bir gelişme bana göre. Sonuçta gerçekten iyi olan filmler çoğu zaman gişede başarılı olamasa da aradan sıyrılmayı becerebiliyor. Sinema seyircisi iyi olanla vasat olanı ayırabilmek için fazlaca örnek görmüş oluyor, bir biçimde bilinçlenme oranı yükseliyor.

Geçtiğimiz günlerde Özcan Deniz yeni filmi “Ya Sonra” ile ilgili “Beni sadece Mahsun ile değil Charlie Chaplin ile de karşılaştırın.” dedi. Umrumda değil ama sormak zorundayım. Ne düşünüyorsun bu konu hakkında?

Sinemaya gönül vermiş, anlatacak bir derdi olan herkes koşulları imkan verdiği ölçüde sinema yapabilir bence.

Bu camianın yıllardır bu kadar içinde olup aynı derecede o kadar uzak kalmayı nasıl başarabildin?

Bu camianın içinde kendini korumak çok da zor değil aslında. Bu tamamen neyi tercih ettiğine, nasıl yaşamayı seçtiğine bağlı. Bazı durumlarda kontrolünüz dışında bir popülarite içine girebilirsiniz bunu ayrı tutuyorum ama onun dışında attığınız adımlar belirliyor pek çok şeyi. Magazin malzemesi olmak istemiyorsanız olmayabilirsiniz. Ya da olsanız bile korunabilirsiniz.

Kadın hayranların için verebileceğin güzellik sırların var mı?

Kendimden şikayetçi değilim ama çok güzel olduğumu da düşünmüyorum. Özellikle yaptığım bir şey yok. Öyle görüyorsan teşekkür ederim.

Kıvanç Tatlıtuğ’un eski sevgilisi İdil Fırat ile olan isim benzerliğinle ilgili başından ilginç bir olay geçti mi?

Evet, haber ilk çıkmaya başladığında medyanın elinde yeterli görsel malzeme yoktu. Bu yüzden arkadaşlarımdan telefonlar almıştım. Kendisi televizyonlarda ve haber programlarında çıkmaya başlayınca bu durumdan ancak o zaman kurtulabildim.

Şu anda hayatında beraber olduğun bir insan var mı?

Özel hayatımın insanları ilgilendirdiğini düşünmüyorum.

Seni önümüzdeki günlerde bir sinema filminde veya sahnede görebilecek miyiz?

Evet, 11 Mart’ta vizyona girecek, yapımcılığını Ekip Film’in, yönetmenliğini sevgili Tolga Örnek’in yaptığı “Kaybedenler Kulübü” adlı filmde oynadım. Senaryosuyla, kadrosuyla ve çekimleriyle güzel, farklı, ilgi görecek bir film olacağını düşünüyorum. Tiyatrodan da bir süredir uzak kaldım ama özlem duyuyorum fazlasıyla. Güzel bir projeyle sahnede olmayı iple çekiyorum doğrusu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir