Can Yücel geçen hafta 12 Ağustos’ta ölüm yıl dönümü vesilesiyle anıldı.
Yaklaşık 6 sene önce Datça’ya gittiğimde şairin evini görmek istedim. İlan, tabela ve Can Yücel ile ilgili bir sürü materyal göreceğimi sanıyordum. Küçücük bir yer olan Eski Datça’da beş kişiye sorup eşi Güler Yücel’in oturduğu evi öyle bulabilmiştim. Ne bir yön ne de bir iz…
Müze olarak kullanılan evi eşi Güler Yücel kapatmıştı; şairin kişisel eşyalarını çalıyorlarmış, kadını sordukları özel sorularla bunaltmışlar. Hatta bazıları utanmasa kadından kahve yapmasını rica edecekmiş. O yüzden sadece 12 Ağustos’ta evi ziyaretçilere açıyorlardı.
Can Yücel’in evinin karşısında oturan Fatma Hanım sağlık sorunları yüzünden taşınıp evini kiraya verince yeni gelenler burayı ticarethaneye çevirmişler. Sokağın karakteristik silüetinin en önemli öğelerinden biri olan bahçe duvarının bir bölümünü yıkarak alçaltmışlar, ayrıca evde de büyük bir tadilat başlatmışlar. Can Yücel’in evinin adı “Canevi” olarak geçer. Tesadüfe bakınız ki bu şahıslar tadilattan sonra açacakları atölyelerinin ismini “Cam Evi” koyacaklarmış.
Bu bilgileri bakkal işleten muhtardan ve sokakta konuştuğum insanlardan öğrenmiştim. Yani onların yalancısıyım; son durumla ilgili herhangi bir bilgim yok, belki her şey geride kalmıştır.
Geçen hafta 13 Ağustos günü şair Kaan İnce’nin de ölüm yıl dönümüydü. 1970-1992 arası Nizamettin Uğur’un deyimiyle onun fiziksel ömür sınırları. Kadıköy’deki Ozan Eczanesi’nin üstünde yer alan Ümit Oteli’nden atlayarak Afşar Timuçin’in benzetmesiyle ölme hakkını kullandı. Yazının başlığını da onun sevdiğim bir şiirinden aldım. Ölümünden sonra dergilerde yayımlanan şiirlerinin toplandığı iki kitabı bulmak sahaflarda bile zordur. Gittiğim her yerde sorardım, ölçü kriteriydi bir anlamda benim için bu kitaplar. Bilge Karasu Anadolu Üniversitesi Kütüphanesi’ne yıllar önce bağışlamıştı. İlgilenenler, Kaan İnce Vakfı’ndan da temin edebilir. Şimdi şairin defterinde kalmış şiirleri ile Ka n ve Gizdüşüm adlı kitapları toplanıp yine Gizdüşüm adıyla Ve Yayınevi’nden çıkmış.
SÜPERSONİK ROCK ‘N’ ROLL YILDIZI LIAM GALLAGHER
Oasis 90’lı yılların en büyük müzik hadiselerinden biriydi. Küçükçiftlik Park geçen salı günü grubun kurucu üyesi Liam Gallagher’i konuk etti. İlk defa Türkiye’ye gelen Liam Gallagher’den önce Mor ve Ötesi ile Starsailor sahne aldı. Erken sahne alan Yokuz, Oceans Of Noise, Evrencan Gündüz ve Adamlar’ı izleyemedim.
Mor ve Ötesi, Starsailor ve Liam Gallagher’in sahne ve ses düzenlerinin kalitesi sahneye çıkış sıralarıyla kesinlikle ters orantılıydı.
Starsailor üyeleri haliyle yaşlanmış ama solistleri James Walsh’un sesi genç kalmış. Oldukça sıcakkanlı insanlar.
Liam Gallagher ise kuliste yanına kimseyi yaklaştırmayan ve fotoğraf çektirmek istemeyen biri. Sahibi olduğu moda markasının ürünlerinde kürk kullanmadığını biliyordum ama vegan olduğunu öğrenmem sürpriz oldu.
Liam Gallagher 90’lı yıllarda fırtına gibi esen Manchesterlı grup World of Twist‘i unutmamış; sahnesinde onların kullandığı üstünde Rock ‘n’ Roll yazan afişin benzeri vardı.
Ağabeyinin şarkılarını söylemesi ile ilgili eleştirilere zamanında Twitter’dan “Şarkıları o yazdı, ben yaptım.” şeklinde cevap veren Gallagher’in setlist’inin yarıdan fazlası Oasis şarkılarından oluşuyordu.
Gerçek Oasis hayranları “Champagne Supernova”, “Don’t Look Back In Anger” veya en azından Liam’ın yazdığı “I’m Outta Love” gibi güzellikler için boşuna heveslendi.
Eskiden şarkı söylerken ellerini arkada birleştirirdi. Artık elleri hep yanda ve yine tek bir şarkıda dahi mikrofona dokunmadı.
Konsere gelen seyirci profilinin yaşça çok genç olması sebebiyle aranılan o sihirli atmosfer bir türlü yakalanamadı. Liam bence bunu anladığı için konserin sonunda “Sizin derdiniz Wonderwall…” minvalinde bir şeyler söyleyerek şarkıya girdi ve biter bitmez teşekkür ederek sahneyi terk etti. Adamcağız ne yapsın, alışmış İngiltere’de şarkılarının marş gibi söylenmesine… 47 yaşında, üstündeki parka ile yaz sıcağında konser verirken sahneye tuz yutmuş tavuk gibi bakıp arada selfie çeken insanlarla mı uğraşacak…
70 dakika bile sürmeyen konser haliyle doyurmadı. Bir süre cılız tezahürat yapıldı, ıslıklar çalındı ama Manchester’ın toplu konutlarından çıkan süpersonik rock ‘n’ roll yıldızımız gitmişti bir kere.
HAFTANIN KEŞİFLERİ
-Can Yücel’in Özgür Yici ile yaptığı son röportajında oldukça ilginç bilgiler var. İki sanatçı karşılıklı döktürmüş. İnternetten mutlaka araştırıp okuyun.
-Rory Gallagher’i bilir misiniz? Adının çok duyulmamasına içten içe sevinerek dinlediğimiz müzisyenler vardır ya, onlardandır. Çocukken “LIVE! In Europe” adlı kırmızı kapaklı plağını evde dön dolaş dinlerdik. İrlandalıdır, 1960’larda “Taste” adlı grubuyla tanınıyordu ve bence dünyanın en iyi blues gitaristlerinden biriydi. Liam ve ağabeyi Noel Gallagher ile alakası yoktur. Ancak ilginçtir; tam adı bazı çevrelerde Liam Rory Gallagher olarak geçer.
-Kendisini “ikinci John Lennon” olarak gören Liam, bir gün Yoko Ono‘yu New York’ta ziyaret etmek için ağabeyi Noel ile yola düşer. Ono’nun oturduğu The Dakota adlı ünlü binaya girdiklerinde Liam iyice havaya girerek Noel’e dönüp bir ürpertinin vücudunu sardığını anlatmaya başlar. Noel “Salak!” cevabını verir, “O klimanın ürpertisi.”
-Oasis’in hikayesinde merak ettiğim iki kişi var: Biri ilk defa Amerika’da Los Angeles’da çaldıkları gece sahnede aldıkları ilaçların etkisiyle rezil olmalarından sonra Noel’in sinirlenip habersizce San Fransisco’ya yanına kaçtığı, günümüzde yüzünü ve adını hatırlamadığı kız. Diğeri de basçı Paul McGuigan’ın sinirleri yıprandığı için ayrılmak istemesinden sonra apar topar küçük bir gruptan bulunan Scott McLeod. İşsizlik maaşıyla geçinirken dünyası değişen McLeod, birkaç gün sonra David Letterman’ın programına katılmak için New York’a geldiklerinde kız arkadaşını özlediğini söyleyerek Oasis’i ve ilk defa geldiği Amerika’yı terk ediyor.
-Noel Gallagher’s High Flying Birds’ün 2017 tarihli son albümü “Who Built The Moon?”un miksajında ve üç şarkının davulunda Emre Ramazanoğlu adında hiç Türkçe bilmeyen biri var. Babası Türk olan Emre, Türkiye’yi daha önce hiç ziyaret etmemiş.