Liverpool mu Real Madrid mi?

Liverpool bu seneki performansıyla Şampiyonlar Ligi tarihinin en golcü İngiliz takımı oldu ve final maçında cumartesi günü Türkiye saatiyle 21.45’te Kiev’de Real Madrid ile karşılaşacak.

Peki Liverpool‘un Şampiyonlar Ligi‘nde bu sene gösterdiği başarıyı ve Beşiktaş ile yakın geçmişte yaptığı maçları bir kenara bırakırsak turistik açıdan çok da rağbet görmeyen Liverpool şehri hakkında ne biliyoruz?

Bu soruyla ilgili dünya çapında bir anket yapılsa herhalde ilk akla gelen Liverpool ve Everton takımlarından önce The Beatles olurdu. Final maçı bu yüzden sporseverler kadar haliyle benim gibi The Beatles hayranlarının da ilgisini çekiyor.

Baştan söyleyeyim, bir futbol uzmanı değilim. Futbolla küçükken Betamax kasetlerden izleyip ezbere bildiğim 1986 FIFA Dünya Kupası, milli takım maçları ve takımlarımızın Avrupa maceraları dışında pek alakam yoktur. Milyonlarca doların döndüğü bir endüstri olan futbolun asla hafife alınmaması gereken bir spor dalı olduğunu anlamam ise Lig Radyo için çalıştığım zamanlara denk gelir.

Liverpool’un başarısıyla durduk yere bu kadar ilgilenmemin bir diğer sebebi ise takımı 2015’ten beri Alman vatandaşı Jürgen Klopp’un çalıştırması. The Beatles’ın tohumları da tıpkı Liverpool gibi bir liman şehri olan Hamburg’ta, Indra Musikclub, Kaiserkeller, The Star Club gibi barlarda atılmamış mıydı? Buradan Almanların İngiliz kültürü üzerindeki etkilerine gelmek istiyorum…

İngiliz müziğinin gelişmesinde 1800’lerde Londra’ya gelen Alman Georg Friedrich Händel ve Felix Mendelssohn gibi isimlerin etkisi vardı. Yakın döneme geldiğimizde, 1960’larda, BBC‘nin yayınlarında Beethoven‘ın Beşinci Senfonisi ile başlamasını, Myra Hess‘in Bach aranjmanları gibi örnekler görüyoruz. Müzikteki bu örnekleri edebiyatta Stefan Zweig, güzel sanatlarda Oskar Kokoschka sinemada ise Emeric Pressburger ve Karel Reisz gibi isimlerle çeşitlendirebiliriz.

(Dünya çapında bir Alman teknik direktör dediğimizde ise Helmuth SchönUdo LattekSepp Herberger ve Franz Beckenbauer akla geliyor. Yani konu gerçekten çok başarılı bir Alman teknik direktörse sayı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu yüzden Jürgen Klopp’un başarısını küçümsememek, şansa yormamak gerekiyor. Üç büyüklerimiz de bir zamanlar niyeyse Alman teknik direktörlerle çalışmayı çok sevmez miydi? Jupp Derwall’ı bir kenara koyarsak onca teknik direktörden elimizde üç büyükleri şampiyon yapan bir tek Christoph Daum kalır. Ama bu başarılar Daum ile mi yoksa taraftardan futbolcuya şartların zaten hazır olmasıyla mı alakalı, bence ayrı bir tartışma konusudur.)

Konumuza dönecek olursak, Liverpool yarı finalde Roma ile karşılaştığı maçlarda orta sahayı çok kontrol edemese de derinlemesine yaratıcı paslarla rakibini perişan etmişti.

Liverpool’un bireysel yeteneklere dayalı bir oyun yapısının olmayıp çoğunlukla son yarım saatteki organize hücumlarla sonuca gitmesi The Beatles’ta başı çektiği düşünülen John Lennon ve Paul McCartney‘in, Ringo Starr ve George Harrison olmadan aynı sihri yakalayamayacağı gerçeğiyle benzerlik göstermiyor mu?

Ya da Liverpool’un bir diğer avantajı olan fizik kondisyonunu The Beatles’ın Hamburg’ta günde neredeyse 12 saat çalarak kendisini geliştirmesiyle ilişkilendirsem sanırım çok abartmış olmam.

Sergio RamosCristiano Ronaldo ve Luka Modric gibi gittikçe yaşlanan yıldızlara sahip olan Real Madrid’in dirençli Liverpool karşısında şansı var mı dersiniz?

Yoksa, en azından, 2014’te Allianz Arena’da Bayern Münih’e attığı 2 golle Almanya’daki Pep Guardiola efsanesini belki de başlamadan bitiren Sergio Ramos ile ilgili düşünceme katılmaz mısınız?

Yoksa “Beni hiç ilgilendirmiyor kardeş, Galatasarayım şampiyon olmuş, gerçekleri tarih yazar tarihi de Galatasarayyy!” diyenlerden misiniz?

Son kertede yine geldik güncel soruya. Liverpool mu Real Madrid mi?

Ben bu soruyu The Beatles’ın çığır açan iki şarkısının sözlerini karıştırarak cevaplamak isterim.

“Dedi ki ‘Ben seni biliyorum, sen beni biliyorsun’
Sana diyebileceğim tek şey var, akışına bırakman”

HAFTANIN KEŞİFLERİ

-1940’lı yıllar… İslam Çupi’nin yazılarından öğreniyoruz ki, Beykoz’u çalıştıran Kelle İbrahim, futbolcularını ara sıra Akbaba Köyü’ne götürüp saatlerce çınarların altında bekletirmiş. Üveyiklerin üzerlerine pislemesiyle futbolcuların daha hızlı olacaklarına inanırmış.

Pele 1968 yılında Frankfurt’ta bir makineye sokulmuştu. Çıkan rakamlar efsanenin üçüncü ligde bile oynayamayacak bir fiziki yapıya sahip olduğunu gösteriyordu.

Ferhat Uludere’nin, Trakya’daki bir kasabada varolma savaşı veren futbol takımının maceralarını anlattığı, nisan ayında Doğan Kitap’tan çıkan Son 11 adlı romanı satır aralarındaki müthiş esprileri ve olay örgüsüyle futbolla alakalı alakasız herkese hitap ediyor.