Birleşmiş Milletler İyi Niyet Elçimiz Muazzez Ersoy, Emine Erdoğan ve heyetiyle beraber yardım için gittiği Pakistan’ın durumu hakkında çarpıcı açıklamalar yaptı. Ülkeye sadece Türkiye’nin yardım ettiğinin altını çizen nostalji kraliçemiz ile yeni albümünü ve hakkında merak edilenleri konuştum. Muazzez Ersoy, Etiler’deki muhteşem villasında karşıladı beni. Köpeği ‘Şanslı’ ve dostlarıyla çok mutlu görünüyordu.
Yüzyılın en büyük doğa felaketi sayılan Pakistan’da devam eden seller ile söyleşimize başlayalım. İzlenimlerinizi anlatır mısınız?
Birleşmiş Milletler İyi Niyet Elçisi olarak Emine Erdoğan başkanlığındaki bir heyetle Pakistan’a gittim. Kitle iletişim araçlarından ülkenin durumunu zaten takip ediyorduk. Ama felaketi yakından görmek bambaşka bir şey. İnsanı gerçekten derinden sarsıyor. Pakistan’a geç bir saatte varıp otele yerleştik. Ertesi gün sabah erkenden helikopterlerle felaket bölgelerine ulaştık. Anormal bir sıcak vardı. Sinekler, yardım için getirdiğimiz sinek kovucuları kullanmamıza rağmen üstümüze yapışıyordu. Ülkenin gıda ambarı olan tarlaların yüzde yetmişi yükselen sular tarafından yutulmuş.
Hava nasıldı peki?
Meteoroloji biz oradayken yağmur yağacağını söylüyordu ve ikinci günümüzde biz de muson yağmurlarıyla karşılaştık. İnsanlar evlerini, sevdiklerini, anılarını selde kaybetmişler. Çocuklar yalınayak geziyor. Yüksek olan yerlere ulaşmaya, kumların üstünde yaşamaya çalışıyorlar. Ülkenin refaha ermesi, bu trajedinin düzelmesi uzun bir süre alacak gibi görünüyor. Sadece Türkiye yardım ediyor ülkeye. Ama din, dil, ırk, mezhep ayrımı yapmadan tüm dünyanın bu konuda duyarlı olması gerekiyor. Kurtuluş Savaşı’nda Pakistan’daki kadınlar bize destek olmak için kulaklarındaki küpeleri kollarındaki bilezikleri yollamışlardı. 1999 yılında yaşadığımız deprem felaketinde de bize yardım ettiler.
Dünyanın bu trajediye kayıtsız kalmasının sebepleri ne olabilir?
Dünyanın herhangi bir yerinde doğal afete maruz kalan ülkelere anında diğer devletlerden destek gelir. Pakistan’da yaşananlar belki de medyaya uygun bir felaket olmadığı için Birleşmiş Milletler dışındaki diğer çevreler ülkenin bu durumu karşısında yavaş hareket ettiler. Pakistan’da yaşanan zaman içinde gelişen ve yavaş ilerleyen bir felaket. Ama deprem, tsunami gibi diğer doğa afetleri bir anda olup biter. Üstelik en kötüsü de yağmurların hala devam etmesi… Ortada bir ayrım söz konusu. İnsan olmanın ayrımı olamaz. Bu konuda dünyanın hızlı bir şekilde harekete geçmesi gerekiyor.
Türkiye’deki sanatçıların yardım kampanyasına bakışları nasıl oldu?
Yardım etmek insan olmanın getirdiği bir durumdur, bir el uzatıştır. Sadece “Yardım etmek isteriz.” demekle olmuyor. O yüzden biz de özel bir televizyon kanalında Pakistan için sanatçılar, spor camiası ve siyaset dünyasının önde gelen isimleriyle beraber bir yardım programı yaptık. Yardımda bulunmak isteyenlere Kızılay’ın ve Başbakanlık’ın adreslerini ve hesap numaralarını ilettik. 2 milyon TL’ye yakın bir yardım topladık.
Emine Erdoğan’ı televizyondan gördüğümüz kadarıyla tanıyoruz. Bize biraz kendisinden bahseder misiniz?
Yolculuğa çıkmadan kendisiyle hiç bu kadar yakın olmamıştım. Mevlana evlerinin açılışında, anahtar teslim töreninden önce bir konuşma yaptı. O kadar güzel sözler söyledi ki onun o güzel yüreğini, güzelliğini, hassasiyetini daha açık ve net tanıma imkanı yakaladım. Çok duygusal ve hassas bir insan. Bazı konuşmalarında boğazı yumruk gibi oldu, çok duygulandı. Mağdur durumdaki çocukları tek tek sardı, öpüp okşadı. Bu yolculuk vasıtasıyla kendisini daha yakından tanıma fırsatım oldu.
Sizin de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi çocukluğunuz ve gençlik yıllarınız Kasımpaşa’da geçti. Kendisini o yıllardan tanır mıydınız?
Ben küçüktüm, o yüzden kendisini hayal meyal hatırlıyorum. Şöyle ki; eskiden Kasımpaşa’da akşamüstü olunca mahallenin delikanlıları dışarıda toplanır, oturup sohbet ederlerdi. Biz de bir köşeden onların konuşmalarını, gülüşmelerini izlerdik. Kendisiyle aynı semtin, aynı sokağın insanı olmaktan çok mutluyum ve bundan onur duyuyorum.
Birleşmiş Milletler İyi Niyet Elçisi olma serüveniniz nasıl başladı?
Ankara temsilciliğinden bana bu statü hakkında teklif gelmişti. Bir Türk vatandaşı ve bu topraklarda yaşayan bir sanatçı olarak gurur duyacağımı belirttim ve teklifi hiç düşünmeden kabul ettim.
Birleşmiş Milletler`den aldığınız talimatlar doğrultusunda mı çalışıyorsunuz?
Biz İyi Niyet Elçileri olarak düşündüğümüz projeleri ve fikirleri paylaşıyoruz. Önerilerimizi sunuyoruz. Planlı ve organize bir girişim kurumun yönlendirmesiyle gerçekleşiyor.
Sizi hiç Filistin veya Irak’da yaşananlar ya da Türk Ermeni sorunları hakkında görüş bildirirken görmedik. Toplumu bilinçlendirmek ve sağduyu oluşturmak adına sizi neden medyada bu konularla ilgili konuşurken görmedik?
Los Angeles’ta yaşayan Ermeniler ile Türkiye’den göç eden Ermeniler’e Amerika’da konserler vermiştim. Ancak siyaset içeren konulara Birleşmiş Milletler adına üstlenmiş olduğum misyondan ötürü giremiyorum. Biz elçilerin böyle bir özelliği var. Din, dil, ırk, mezhep ile ilgili konularda konuşmuyoruz. Yaptığım protokolde de bunlar yazıyor.
Dünyadaki dokuz tane iyi niyet elçisinden birisiniz. Böyle bir unvana sahip olmak nasıl bir duygu? Sosyal ve iş hayatınızda bu statünün etkilerini gördünüz mü?
İnsanlığın ve insan olabilmenin söz konusu olduğu bir yerde her şey anlamını yitirir. Bu konuda ünvanın insanlık söz konusu olduğunda bir hiç olduğunu düşünüyorum. Ben Birleşmiş Milletler’e bağlı bir memur gibi hareket ediyorum.
İyi niyet elçileri seçilmeden aile yaşantıları ve hayatları en ince ayrıntısına kadar araştırılıyor. Sizin statünüze sahip olan Angelina Jolie’nin bu kriterlere uymadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Belirledikleri kriterleri tabii ki kendileri bilir. Ben de gelen teklifi kabul ettikten birkaç ay sonra protokolü imzalamıştım. Bu süre zarfında Birleşmiş Milletler’in benimle ilgili bir takım araştırmaları olmuş. Ama dediğim gibi insanlık söz konusu olduğunda Angelina Jolie’nin de benim gibi düşündüğünü sanıyorum.
Siz de Angelina Jolie gibi yardıma muhtaç bir çocuğu evlat edinmek ister miydiniz?
Yıllar önce Bosna’da çıkan olaylardan sonra olay yerinde bir çocuk yuvasını ziyaret etmiştim. Tecavüze uğramış kadınların doğurmak zorunda olduğu bebekler ve kimsesiz çocukların barındığı bir yerdi. Bir kız çocuğu evlat edinmek istemiştim ama evlatlık vermemişlerdi bana. Genelde böyle durumlarda karşı taraftan “Benim annem babam var.” cevabını alıyorsunuz.
Barbara Hendricks ve George Dalaras gibi iyi niyet elçisi müzisyenlerle hiç ortak bir yardım konseri vermeyi düşünmediniz mi?
İki müzisyenle de bir araya gelip böyle bir konu üzerinde konuşmadık ama Birleşmiş Milletler’in yaptığı programlar arasında George Dalaras ile yapmamızı düşündükleri ortak bir proje vardı. Ama biz özgür irademizle hareket edemiyoruz. Bu düşüncelerin her iki tarafa göre planlanıp organizasyonun ona göre düzenlenmesi gerekiyor. Bu konuda ben her zaman seve seve hazırım.
Yardımlardan, iyi niyetten bahsetmişken organ bağışı hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?
Bu genel bir soru olduğu için başkaları adına konuşamam. Ama öldükten sonra organa ihtiyacı olan bir insanın bağışladığın organ sayesinde sağlığına kavuşması çok güzel bir duygu. Bunlar benim şahsi düşüncelerim. Zaten kalbim dışında bütün organlarımı daha önce bağışlamıştım.
Kalbinizi neden bağışlamadınız?
Her insanın bedeninde Allah’ın dergahı var. O dergah da kalbimizdir. Kalbim, bizi yaratan ile bana aittir. O yüzden kalbimi bağışlamadım.
1998 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından devlet sanatçılığı ile ödüllendirildiniz. Sanat sizce bu ünvanlarla siyasallaştırılmadı mı?
“Devlet sanatçısı” unvanını kabul edenler olduğu gibi reddedenler de olmuştu. Diğer sanatçıların düşüncelerini bilemem ama kendi açımdan konuşacak olursam bir devlet büyüğünün takdir edip böyle bir unvanı kendi eliyle vermesi bir sanatçı açısından son derece gurur verici.
Yeni albümünüz Mozaik’ten bahsedelim biraz…
Albümün yönetmeni Mustafa Özkent “Albüm gerçekten çok güzel oldu, hakikaten mozaik gibi işlendi.” dedi. Bu cümleden sonra bir sessizlik oldu. Albümümün adı da böylece ortaya çıkmış oldu. Albümde birbirinden güzel on dört şarkı var. Mesela “Dönebilsem O Yıllara” bugüne kadar gözden kaçan, Hülya Sözer’in zamanında seslendirdiği çok önemli bir eserdir. Hicaz makamındaki “Dün Gece Y’es ile Kendimden Geçtim” gibi eserlerin yanı sıra Niran Ünsal, Altan Çetin, Kenan Doğulu gibi isimlerin şarkıları var…
Albümde daha önce çalışmadığınız kişilerle çalıştınız. Özel bir sebebi var mı?
Evet, çünkü müzikte güzel işler sergileyen değişik müzisyenlerle çalışmanın tıpkı ülkemizdeki kültürel zenginlikler gibi sanatıma da bir zenginlik katacağını düşünüyorum.
Bu tür albümlerin popüler müzik karşısında yaşadığı kabul edilen zorlukları var. Bir de gençlerin alaturka şeklinde aşağılanan Klasik Türk Müziğimize olan ilgisizlikleri de cabası. Bu albüme hak ettiği ilginin verildiğini düşünüyor musunuz?
Nostalji serilerini çıkarttığım dönemde veya nostaljiden önceki ilk üç albümüm zamanında albüm satışları çok farklıydı. Zaten günümüzde hiçbir albüm satışı eskisiyle kıyaslanmamalı. Albümümün beğenildiğini sokakta insanlarla iletişim halindeyken çok sık duyuyorum. Albümümü aldıklarını söyleyip teşekkür edip iyi dileklerini iletiyorlar.
Sizce bu tarz bir albüm sonbahar veya kış ayında çıksa daha uygun olmaz mıydı?
Aslında albümün çıkış tarihi 30 Mart’tı. Ama bazı nedenlerden dolayı albüm haziran ayında çıkmak zorunda kaldı. Normalde benim gibi bir sanatçının albümünün ekim veya en geç kasım ayının ilk haftasında çıkması lazım. Bazı aksaklıklar yüzünden ertelenince sevenlerimi daha fazla bekletmemek adına “Kısmet böyleymiş!” dedik ve albümün çıkışını yaz ayına denk getirdik.
Albümünüzdeki bazı şarkıların sözlerini yazan Günay Çoban’ın, “Mevlana” adlı eseri seçiminizde de bir etkisi oldu mu? Onun da metafizik, uzaylılar, Mevlana takıntısı olduğu söylenir.
“Mevlana”, özellikle Mustafa Özkent hocamızın isteği üzerine albüme girdi. Kendisinin olmazsa olmaz dediği eserlerden biriydi. Bu güzellikteki bir eserin yeniden gönülleri fethetmesini istedim. Bana aranjmanı çok farklı yapacağını söyledi. Gerçekten de sonuç harika oldu. Ben de eseri günümüz Türk müziği normlarında okudum.
Göksel’in de sizin gibi nostalji albümleri çıkarması hakkında neler düşünüyorsunuz?
Nostalji çok büyük bir pencere. Bu konuda derya gibi, dev gibi bir kapı açtım. Bu işin öncüsü olmak güzel bir duygu. Şimdi bunun keyfini çıkarıyorum. Genç sanatçılara bu konuda destek verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü nostaljik bir şarkıyı yorumlamak çok tehlikelidir. Bundan belki yüz sene önce zamanın meşhur sanatçılarının sevdirdiği bir şarkıyı alıp kendi stilinde ezip yoğurup ortaya koyuyorsunuz. Şarkıları çok sevilen sanatçıların lezzetine yakın okumak zorundasınızdır. Çok sevilen şarkıları okuyanlar da çok sevilen sanatçılardır.
Muazzez Ersoy evdeyken neleri dinler? Her zaman dinlemekten keyif aldığı şarkıcılar kimler?
Ben halk müziğinden, rock müziğe, poptan caza kadar kaliteli olan her şeyi dinlerim. Yıllar önce bir süre caz şarkıları da söylemiştim. Mesela on beş yıl boyunca Ümmü Gülsüm dinledim. Muhteşem bir gırtlağı vardır. Kaliteli olan her işten bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Her müziği dinlerim ama herkesi dinlemem.
Bir televizyon programında küçükken evinizin üst katında yaşayan Ermiş Dede’nin üst katta kimse olmamasına rağmen ayak seslerini duyduğunuzu söylemiştiniz. Hatta anneniz onun için her akşam özel havlu ve ibrik hazırlıyormuş. Parapsikolojik olaylara ilginiz var mı? Başınızdan daha önce buna benzer bir olay geçti mi?
Parapsikolojiyle profesyonel anlamda haşır neşir değilim. Başımdan buna benzer bir olay geçmedi. Rahmetli annem çocukken korkmamı istemediği için bu konuyu geçiştirmişti. Ben büyüyünce de annem “Ermiş Dede bana bir görünüp yerini söylese de ona bir mezar yaptırsam.” demişti. Ruhunu huzura kavuşturmak istiyordu. Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi.
Ortağı olduğunuz bir restoranınız var. İşletmecilik serüveniniz nasıl başladı? Bu sektörün sanatçılar arasındaki öncü isimlerinden İbrahim Tatlıses’ten konu hakkında herhangi bir tüyo aldınız mı?
Ticaret hayatına atılmak istemiştim. Çok sevdiğim değerli bir büyüğüm de destek verince böyle bir işe girme kararı aldım. Zaten işletmemiz bir aile ortaklığı, hiç yabancı yok. Bir seneye yakın oldu ve güzel devam ediyor. İbrahim Tatlıses’e konuyla ilgili bir şey danışmadım.
Sizi işletmeciliğe teşvik eden ve bu konuda destekleyen insanın adını öğrenebilir miyim?
Açıklamak istemiyorum, adı bende saklı.
Basında “Bihter” hayranı olduğunuzla ilgili yazılar var. “Fatmagül’ün Suçu Ne?” adlı dizi ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Beren Saat’i bu rolde nasıl buldunuz? Takip ettiğiniz bir dizi var mı?
Bihter hayranı değilim. Aşk-ı Memnu’yu izliyordum. Çünkü dizideki sanat yönetimi ve kostüm tasarımı hoşuma gidiyordu. Ama Aşk-ı Memnu’da birine hayran olunacaksa rahatlıkla onun Nebahat Çehre olduğunu söyleyebilirim. Olağanüstü cazibesi olan, çok hoş bir kadın. Üstüne ne giyse yakışıyor. Bizim oraları anlattığı için Elveda Rumeli dizisini de zamanında takip ediyordum. Onun dışında bu aralar izlediğim herhangi bir dizi yok.
Ünlü İtalyan yönetmen Roberto Benigni’nin oyuncu eşi Nicoletta Braschi’ye çok benzediğinizi daha önce söylemişler miydi?
Hayır, bu benzetmeyi ilk defa duyuyorum. Beni daha çok Catherine Deneuve ile Meryl Streep’e benzetirler. Ama ben benzetenlerle aynı fikirde değilim. Ben bana benziyorum. (Gülüyor)
Aşk hayatınızda bir Kasımpaşalı olarak başat, otoriter ve merkeziyetçi bir insan mısınız?
İlişkilerimde zor ama aynı zamanda kolay bir insan olduğumu söyleyebilirim. İçimde bir Osmanlı kadını var.
Gelecekte yeniden bir televizyon programı yapmayı düşünüyor musunuz? Bu konuda aldığınız teklifler var mı?
Program yapımcılarından bu konuda bazı teklifler alıyorum Ama benim içinde olmak istediğim iki tane proje var. Tarihi gerçekleri anlatan bir dönem filminde veya dizisinde oynamak çok isterim. Bir de düzeyli bir müzik programı yapmak istiyorum.