Oyş

Netflix’in 1 ay önce Osho ile ilgili yayınladığı Wild Wild Country adlı belgesel uzun süredir gündemde…

Osho Hintli bir guru. Esas adı Chandra Mohan Jain. 1980’lerde Bhagwan Shree Rajneesh olarak anılıyor. Ölümüne yakın adını Osho olarak değiştirmiş.

Adamın Türkiye’de şansı yok bir kere. Adı ‘Oyş’ gibi okunuyor. Edepli düşüneyim diyorum, aklıma dön dolaş ismini çağrıştıran iç çamaşırı markası geliyor…

Bir parantez, yıllar önce internette bir Alman belgeselinde bazı görüntülere denk gelmiştim:

Anadan üryan kadınlı erkekli bir grup kendilerini yerden yere atıp birbirlerine yastıkla saldırıyor. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi yere uzanıyorlar. Kızcağızın biri hüngür hüngür ağlayarak “Korku… Neredeee? Bulamıyorum onu?” diye çırpınıyor. Kimin eli kimin cebinde, kimin başı kimin göbeğinde belli değil. Rezalet adeta ayyuka çıkmış, oradan semaya uzanıyor.

Bu görüntülerin Osho’nun takipçilerine ait olduğunu –bunlara Sannyasin deniyor- sonradan hatırladım. Daha fazla dayanamadım, açtım Netflix’i, başladım bir heves izlemeye…

Wild Wild Country‘nin ilk bölümünde eski bir Sannyasin, adına dinamik meditasyon dedikleri yöntemi anlatıyor. Aklımda kaldığı kadarıyla özetleyeyim…

Dinamik meditasyon hinduizm ve psikoterapinin birleşimi efendim. İlk kısım kaotik nefes. Şiddetli nefes alıp veriyorsun sık sık. Kundalini adı verilen uyuyan gücü uyandırmak için kullanılıyor.  İkinci kısım patlama kısmı… İçinizden geldiği gibi bağırıp çağıracaksınız. Kendinizi yerden yere de vurabilirsiniz. Manyaklık derecenize kalmış. Üçüncü kısım ise hu kısmı. İki elinizi yukarı kaldırır vaziyette aşağı yukarı zıplayacaksınız. Ayaklarınız yere her değdiğinde “hu hu” diyeceksiniz. Bu kısmı ben tuttum. Dördüncü kısım ise sessizlik kısmı. En ufak bir haliniz kalmadığı için sessiz ve sakin kalıyorsunuz uzanıp. Böylece tam dinginliğe erişiyorsunuz.

Osho’nun arşiv görüntülerinden belgeselin ilk bölümünde, Hindistan’da yaşadığı dönemde, bir selamlama şekli olan namaste pozisyonunda, beyaz bir elbiseyle gezdiğini görüyoruz. Etrafında da ona bağlı dünyanın dört bir yanından gelen binlerce Sannyasin var. İlk kez ‘beyaz adam’ görmüş Zulu kabilesinin üyeleri gibi takılıyorlar.

Osho ilk bölümde spiritüalizm, kapitalizm ve cinsellik üzerine konuşuyor:

“Ben uyuyordum, uyandım. Sizin de uyanmanıza yardım edeceğim. Uyanmış insan, yeni insandır. Hiçbir dine ve millete ait olmayacak bir insan…” 

Osho bu cümleyle kalsa iyi olacak ama bir süre sonra yine bir cevher yumurtluyor:

“Ya seksi baskı altına alacaksınız ya da onu dönüştüreceksiniz. Bir şeyler yaratmaya çalışın. Böylece seksten aldığınız hazzı üst düzey yaşarsınız.”

Haydaaa! Devam ediyor…

Doğu yarım! Batı yarım! Ben iki tarafı birleştiriyorum.”

Yahu “bu Osho” diyorum “tam bizim dansözler gibi”. Onlar da eskiden “Bize dansöz diyemezsiniz. Biz göbek dansını bale ile birleştirip yeni bir sentez yarattık.” demez miydi…

Osho’nun bir de özel sekreteri var. Sheela… Melul melul bakan bir kadın. Babası sayesinde 16 yaşında Osho’yu tanımış. Anlattığına göre meditasyondan filan anlamıyor. Zaten bu da Osho’nun umrunda değilmiş.

Osho ve Sheela binlerce insanı bir arada yaşatabilecekleri bir şehir tasarlıyorlar. Ama Hint hükümeti tepelerinde. Amerika’ya yerleşme kararı alıyorlar. Osho bir günde Sannyasinleri ortada bırakıp kimseye bir şey demeden, yanına en güvendiklerini alıp Amerika’ya gidiyor. Oregon’da yer alan 32 bin hektarlık çorak bir çiftliği satın alıyorlar. Çiftliğe en yakın yerleşim yeri ise 30 km. ötedeki 40 kişinin yaşadığı Antelope kasabası.

100 kadar Sannyasin inanılmaz kısa sürede o çorak kanyonda küçük bir şehir kuruyorlar. Şehirde yok yok. Havalanı, baraj, butikler, 10.000 kişilik bir meditasyon salonu… Kayalıklardan oluşan araziyi öyle verimli hale getiriyorlar ki, Raif Cilasun’un yarattığı Teksas’ın çorak toprağını iman gücüyle yeşerten Ödemişli Yunus karakteri yanında hiç kalır.

Emekli Antelope sakinleri ise çok geçmeden Sannyasinlerden huylanmaya başlıyor ve hikaye gelişiyor…

Meşrebinize uygun olduğunu düşünüp izlerseniz Hollywood endüstrisinin de bu oluşuma dahil olduğunu, Nike markasının nasıl kurulduğunu, Amerika’da yaşayan bir araştırmacı gazetecinin haber için neler yapabileceğini ve suikaste giden bir “inanmışın” haleti-i ruhiyesini öğrenebilirsiniz.

Ayrıca Osho ve Amerikan hükümetinin arasındaki hikayenin içinde, tarihin en büyük “böcek” vakası olarak kayıtlara geçmiş başka bir hikaye daha mevcut.

Çevremizde Sannyasinlere benzeyen insanlar olduğu gibi, uyuşukluk içinde, en ufak bir şeye kafa yormadan, sıkıntıya düşmeden, bitki gibi yaşayıp ölen insanlar da var. Nasıl olsa her şeyin sonu ölüm ya, onlar da doğumdan mezara kadar bir saksı gibi yaşayıp gidiyorlar. Dünyanın sırları, gizemleri umurlarında değil. Kim bilir, belki bu da insanın hayattaki anlam arayışında farkında olmadan kullanılan yöntemlerden biridir.

HAFTALIK KEŞİFLER

– BBC 16.000’den fazla ses kaydını çevrimiçi ulaşıma açtı. Kişisel projeler veya eğitim amaçlı yararlanabileceğiniz sesleri, indirmeden dinleme şansınız da var. Kötü haber ise ses teknolojileri ile ilgili biriyseniz veya ticari bir projede kullanmak için bazı özel sesler arıyorsanız arşiv işinize pek yaramıyor. Çünkü seslerin hepsi lisanslı.

– Doom grunge grubu Melvins, son albümlerinde The Beatles klasiği I Want To Hold Your Hand’ı cover’lamış. Türü sevip sevmemeniz önemli değil, şarkı ‘cover nasıl yapılır’ın ideal bir örneği. Melvins’in Kurt Cobain’in favori gruplarından biri olduğunu da belirteyim.

– www.radiooooo.com sitesi müzik tarihinde 1900’lerden itibaren zaman yolculuğuna çıkmak isteyen yolcularını bekliyor. Bir dünya haritası üzerinde istediğiniz ülkeyi, zaman dilimini ve müzik modunu seçip dünyanızı genişletebilir, bir ülkenin zaman içerisinde müzikal anlayışının nasıl değiştiğine şahit olabilirsiniz. Siteye üye olup şarkı yüklemek de mümkün.

– Sözcükler dergisinin mayıs-haziran sayısı 25 Nisan’da raflardaki yerini aldı. 68 hareketinin 50. yılı vesilesiyle çıkan bu özel sayıda kuşağın sinema, edebiyat ve tiyatroda yarattığı değişimler üzerine kaleme alınmış başucu niteliğinde yazılar var.

* Son olarak, herkes Onat Kutlar’ın 1965 yılında kurduğu Türk Sinema Derneği’ni bir “ilk” sanır. Ama 1 Nisan’da kaybettiğimiz Ülkü Tamer, avukat/yazar Orhan Barlas ile Türkiye’nin ilk Sinematek’ini, Gaziantep Sinema Tiyatro Derneği’ni kuran kişiydi. Açılış filmleri ise Carole Reed’in 1951 tarihli Outcast of the Islands filmi. Maalesef sinema ile ilgili tüm kaynaklarda konuyla ilgili Onat Kutlar’ın adı geçer. Bu da bizim ayıbımız olsun.