Oyuncu/yönetmen Şahika Tekand, 2012/2013 sezonunda sahneye koyduğu Samuel Beckett’ın Play (Oyun) adlı tiyatro oyununu yepyeni bir oyuncu kadrosu, reji ekibi ve düzenlemelerle geçen sene yeniden sahnelemeye başladı ve oyun şu anda ikinci sezonunda yoluna kendi içerisindeki bir takım değişikliklerle dolu dizgin devam ediyor.
Tekand, Beckett’ın toplam 7 sayfalık Spiel (Play) adlı tiyatro oyunu için temsili bir bütün yerine, o bütünü işlevsiz kılacak fonksiyonel 12 parça (oyuncu) tasarlamış. Play’de tatlı su eleştirmenlerinin çok sevdiği metafor, simge ve alt metin gibi kavramlar yok. Sahne bir yüzeyse oyuncular da bu yüzeyin farklı köşelerinde sabit durarak sahnelenen oyunu ifade ediyorlar. Yalnız buradaki “ifade”den kastım, temsilin bütünü anlatmaktan çok her bir parçaya yani oyuncuya ve dile getirmeye çalıştığı bölümlere bir projektör vasıtasıyla ışık tutması. Sahnede izlediğimiz oyun 12 oyuncunun geçit halinde olduğu zihinsel bir çokluk ve mekan ile oyuncular bu çokluklar arasındaki gerilimli ilişkilerin bir ekranı görünümünde. Her oyuncunun tepesinde yanan ışık değiştikçe biz de Beckett’ın özel hayatında BBC editörü Barbara Brey ile yaşadığı aşktan ve daha sonra Suzanne Déchevaux-Dumesnil ile yaptığı evlilikten izler taşıyan bir ihanet hikayesini, ışık oyunlarının izin verdiği ölçüde anlamaya çalışıyoruz. Oyuncular herhangi bir duygu taşımıyor ve tepki göstermiyorlar ve birbirlerinin konuşmalarını sistematik biçimde kesiyorlar. Hikayenin temposunu ise acı kahkahalar, hıçkırıklar ve iç çekmeler belirliyor. Oyun bu şekilde özneden ve nesneden kurtulmamızı istiyorsa biz de ışık ve diksiyon arızalarıyla karşılaşırsak bu durumu oyunun modernist bağlamı içerisinde değerlendirmeli ve hoşgörmeliyiz.
Beckett’ın 1962-1963 yılları arasında yazdığı Play’in ilk defa 14 Haziran 1963’te Almanya Ulm-Donau’daki Ulmer Tiyatrosu’nda Almanca ‘Spiel’ adıyla sahnelendiğini de ek bilgi olarak belirteyim.
60 dakika süren ve cuma günleri Studio Oyuncuları’nda sahnelenen tek perdelik Play; felsefede Gilles Deleuze, müzikte John Zorn-Akufen, mimaride Norman Foster-Rem Koolhas-Ieoh Ming Pei, resimde Pierre Alechinsky-Magdalena Abakanowicz-Neil Harbisson gibi avangard isimleri sevenleri pişman etmeyecek.
“İyi film” ne ister?
Halen gösterimde olan Tolga Karaçelik‘in Kelebekler adlı filmi 17 Nisan’da sona eren 37. İstanbul Film Festivali’nde Onat Kutlar anısına verilen Jüri Özel Ödülü’nü kazandı ve başrol oyuncularından biri olan Tolga Tekin’e de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü getirdi. Kelebekler ocak ayında düzenlenen Sundance Film Festivali’nde de yarışmıştı ve Dünya Sineması Dramatik Büyük Jüri Ödülü’nü kazanmıştı.
Filmin başrollerinde Bartu Küçükçağlayan, Tolga Tekin, Tuğçe Altuğ var. Serkan Keskin, Ercan Kesal ve Hakan Karsak’ın canlandırdığı karakterler de hikayenin gelişiminde en az bu isimler kadar önemli. Tolga Karaçelik de filmde sevgilisi Tuğçe Altuğ’un kocasını canlandırarak kişisel tarihine hoş bir anı bırakmış. Filmde sinefiller için Emin Alper de var, genç hayranları için Kerem Bursin’in adı da.
Kelebekler inanç ve umut ile ilgili bir film. Kısaca 30-40’lı yaşlarını yaşayan üç kardeşin istemeden bir araya gelip babalarının köyüne yaptıkları yolculuğu, kendi hesaplaşmalarını, yolculuk sırasında geçirdikleri değişimi ve köyde başlarına gelenleri anlatıyor. Yönetmenin bir paranoya hikayesini “ciddi” bir şekilde anlattığı ikinci filmi Sarmaşık’ta birdenbire karşımıza çıkan karakterin bileklerinden sarmaşık çıkması gibi “riskler, Kelebekler’de yok. Hikaye ilerledikçe “hadi canım sen de” diyeceğimiz birbirinden garip durumlar, diyaloglar ve karakterler görüyoruz ama yadırgamıyoruz. Çünkü tüm bu bıçak sırtı mizah ince bir çizgide enfes oyunculuklar ile dengeli ve en önemlisi samimi bir şekilde verilmiş.
Sinema ilk yıllarında bir yan gösteriydi, eğlence aracıydı, bir tüketim malzemesiydi. Ama aynı zamanda bir dil olduğu da anlaşıldı. Yeni bir dil. Fikirlerin dili… Tolga Karaçelik’in dünyası da sinemanın ilk zamanları gibi bize yıllar ilerledikçe ilginç fikirler sunuyor. Hollywood’un eski komedi filmlerinde mesela hep bir acelecilik vardır. Gerçek olamayacak kadar komiktir bu filmler. Tıpkı Kelebekler ve onun Gişe Memuru ile Sarmaşık’a benzemeyen hızlı ritmi gibi…
Unutmadan Karaçelik yıllar önce verdiği bir röportajda yeni filminin kelebeklerin ölmek için geldiği bir köyde geçeceğinden ve bu ilginç doğa olayının Sakarya’da her sene ağustos ayında bir köprüde yaşandığından bahsetmişti. Orada büyümüş biri olarak belirteyim, bu tarihi köprünün adı Sakarya Köprüsü. Merkezden çevre yoluna bağlanıp Güneşler Mahallesi’ne geldiğinizde karşınıza çıkar. Ölmeye gelenler ise çiftleşmek için havalanan “bir gün sinekleri”dir. Yumurtalarını da üzerlerinde taşıdıkları için oldukça kötü kokarlar. Havadaki bu eşsiz ölüm dansı genelde akşama doğru yaşanır ve yetkililer sinekler uçmaya başladığında köprünün ışıklarını kapatır.
Ezcümle beyazperdeyi bir geçim kaynağı olarak değil bir hayat kaynağı olarak görenlerdenseniz ve Türk sinemasının güzel hikayelere ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız Kelebekler’den memnun ayrılacağınızın garantisini veriyorum.
“İyi film’”daha ne ister?