Yasin Soy: Modayı değiştirmek için yola çıktım

Yasin Soy, Türk modasının miladı kabul edilen ‘Bir Doğu Masalı Dört Mevsim’ defilesinin koreografı. Ortaya koyduğu işlerde evrensel bir dil kullanan, yaptığı defilelerin estetiğin ve barışın sembolü olduğunu söyleyen Yasin Soy, Cemil İpekçi’nin Fransız Sokağı’ndaki atölyesinde başarılarını, hedeflerini ve hakkındaki merak edilenleri anlattı…

Sohbetimize çok konuşulan Cemil İpekçi’nin “Bir Doğu Masalı Dört Mevsim” defilesinden başlayalım…

Defileyi 700 yıllık geçmişi olan Kasimiye Medresesi’nde yaptık. Medresenin içinde kapısı yarı insan boyunda olan küçük sınıflar var. Nedeni içeriye giren kişiyi eğilmek zorunda bırakarak ilme olan saygıyı sağlamak. Akkoyunlular zamanında yapılmış bu tarihi yapının üst katına çıktığınız zaman Suriye’yi görebilirsiniz. Bu büyüleyici yapının üzerinde Türkiye’de ilk defa texture mapping (yüzeylere doku kaplama sanatı) ve watchout teknolojisini (çoklu görüntüleme) kullanarak davetlilere dört mevsimi yaşattık.

Mardin’de bazı sivil toplum örgütleri “İçinde cami var, yapılamaz!” diyerek bu defileye tepki göstermişlerdi…

Bence gösterilen tepkiler yersizdi. İçinde mescit olan alışveriş merkezlerinde de defileler yapılıyor. Üstelik bizim defile yaptığımız alanın içinde mescit yoktu. Kasimiye Medresesi bölümlerden oluşur. Kapıları kapattığınız zaman içeride dilediğiniz gibi ibadetinizi yapabiliyorsunuz. Organizasyonu düzenleyen Mardin Valiliği tepkilere aldırmadan defileyi sorunsuz bir şekilde gerçekleştirmemizi sağladı. Dünyanın her yerini gezmiş Broadway müzikallerinin hepsini izlemiş önemli bir politikacı olan Mardin Valisi Hasan Duruer olmasaydı bu başarıyı sağlayamazdık.

Sen de benim gibi Ankara doğumlusun. Ankara’nın modaya bakış açısı İstanbul’dan hangi noktalarda farklılık gösteriyor? 

Ankara’da en son 20. Başkent Moda Günleri’nin koreograflığını yaptım. İlk düzenlenmeye başladığı günden beri bu organizasyonun içinde yer alıyorum. Bu aslında bir Türkiye rekorudur. O yüzden moda sektörünün Ankara’daki durumunu çok iyi biliyorum. İstanbul’daki Osmanbey, Merter gibi tekstil merkezleri zamanla yabancı müşterilere yöneldi. Dolayısıyla Ankara tekstilinde de çok ciddi bir iç piyasa oluştu. Bütün Anadolu’yu son zamanlarda Ankara giydirmeye başladı. Ankara bu açıdan yükselen bir güneş oldu.

İşletme mezunu olup da modaya nasıl merak saldın? İşletme eğitiminin koreograflığına herhangi bir etkisi oldu mu?

Ben Endüstri Meslek Lisesi Torna Tesviye Bölümü mezunuyum. Lisede koreograf olmak gibi bir niyetim yoktu. Ama bu mesleği yaparken bir şeyi hayal edip uygulama yeteneğimin okuduğum bölümden geldiğini anladım. Şöyle ki; ben lisede makine ressamlığı dersi aldım. Bir şeyi milimetrenin milyonda bir hassasiyetinde ölçüp biçerek uygulamaya koyuyorsunuz. Bir makine mühendisi bunu hesaplayabilir ama uygulanıp uygulanamayacağını torna tesviye ustalarına sormak zorundadır. Ben iki yönümü de geliştirdim. Detayları görme yeteneğim de almış olduğum bu eğitimden gelir. Sanatla uğraşan bir insan işletmeci kafasına sahip değilse maalesef aç kalır. Ben işletme ve zanaati bir araya getirerek kendi yolumu çizdim. Ama asıl kendimi geliştirip tamamlandığım yer Devlet Opera ve Balesi’dir. Orada çalışan sanat ve ışık yönetmenlerinden çok şey öğrendim. Orada görüp incelediğim teatral kareler bende çok farklı kapıların açılmasına yol açtı.

Koreografi ucu açık bir kavram… Mesela Michael Jackson dünyanın en iyi koreograflarından sayılıyor. Defile koreograflarının diğer koreograflardan farkı nedir?

Bir dans koreografı veya koreograf sadece modelin adımlarının müzikle olan uyumunu tamamlar. Defile koreografları ise ışık, müzik, dekor gibi bir sanat yönetmeninin yaptığı her şeyi bilmek zorundadır. Bir defile koreografının bu işin içinden gelmesi, modayı çok iyi takip etmesi ve bir stylist kadar donanımlı olması gerekir. İyi modacılarla çalışmak için o modacılar kadar bu işte bilgi sahibi olmalısınız. Hangi modele hangi kalıbın daha iyi oturacağını çok iyi gözlemlemelisiniz. Ancak bunun gibi farklı kriterler bir araya geldiği zaman bir sonuca ulaşabilirsiniz.

Yasin Soy’u diğer koreograflardan ayıran özellikler nelerdir? Tarzını bir kaç kelime veya sıfat ile özetler misin?

Yaptığım işleri en güzel ‘hayal, teatral ve müzikal’ olarak nitelendirebilirim. Ayrıca opera, bale gibi sahne sanatları beni heyecanlandırıyor. Defileleri bir müzikal gibi düzenleyip insanları seyrederken başka boyutlara götürmek istiyorum. Türkiye’deki moda anlayışını değiştirmek için 14 yıl önce yola çıktım. Sahip olduğumuz sınırlı bütçelerle en iyi dekor ve en iyi konsepti yaratmaya çalışıyorum. Buna kısaca cambazlık da diyebilirsiniz. Koreograflığını üstlendiğim defilelerde en son teknolojiyi kullanmaya her zaman önem verdim. Mesela Türkiye’de led ekranlar daha yaygınlaşmamışken ilk biz kullanmıştık. Ben “Avrupai bir defile” gibi tanımlamaları hiç sevmem. Taklit edilemeyecek defileler yapmaya gayret ediyorum.

Düşünce tarzın ve ortaya koyduğun işlerin Cemil İpekçi’nin hayat görüşü ve tarzıyla uyuştuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz…

Cemil İpekçi ile beraber bu sektörde çıtayı yükselttik ve rekabet arttı. Yaptıklarımız sayesinde insanlar defilelerin adlarını ve konseptlerini değiştirmeye, merak ettirecek şeyler yapmaya başladılar. Bu da bizi daha çok kamçılıyor tabii ki. Cemil Bey bu işe ilk başladığımızda bana “Ben artık defilelerimde uçmak istiyorum.” demişti. Onunla hayallerim ses bulmaya başladı. Devletin ülkemizi tanıtacağı platformlarda en iyi ismin Cemil İpekçi olduğunu düşünüyorum. Ben Avrupai defile tanımlamasına karşı çıkarken zaten aklımdaki tek isim Cemil İpekçi’ydi. Şu anda bütün hayallerimi ona yönlendirmiş durumdayım.

Diğer koreograflarla aran nasıl, zaman zaman çekememezlik oluyor mu?

Türkiye’de bu işi yapan 4-5 kişi var. Mesela Uğurkan Erez’i çok severim, beni her yaptığım işte desteklemiştir. Diğerleriyle pek diyaloğum yok. Her yıl moda fuarlarında bir araya gelip hünerlerimizi sergiliyoruz. Her zaman kıyaslamalar oluyor ama koreografların çalıştıkları insanlar fazla değişiklik göstermez. Ancak başarısız olursanız insanlar yeni arayışlara yönelirler. Rekabet kaliteyi her zaman arttırır. Tek başına kalırsanız kaliteli üretim yapamazsınız.

Bu alanda kariyer yapmak isteyen genç koreograflara neler önerirsin?

Önce savaşmayı öğrenmeleri gerekiyor. Çünkü bu ülkede bir şeyler yapmaya çalıştığınızda sizi engellemeye başlayan dış etkenlerle uğraşıyorsunuz. İlerledikçe işinizde kimse size destek olmuyor. O yüzden işlerimizde çabuk ilerleyemiyoruz. Deneyimli birisiyle çalışmak, tecrübe kazanmak o kişinin referansını almak da zaman istiyor. Bu savaşlara yolun başındakilerin hazır olması gerekir.

Defilelere uyguladığın konseptlerinde vermek istediğin mesajlar var mı?Nelerden ilham alıyorsun?

Yaptığım işlerde her zaman geçmişim yaptığım konseptlere yansımıştır. Mesela “Anadolu Ekspresi” konseptinde bir çocukluk anımı kullandım. Ben Erzincanlıyım. Küçükken Ankara’dan Erzincan’a trenle giderdik. Tünelden çıktığım zaman kafamı uzatıp geriye dönüp tünelden o çıkışı izlerdim. Sahneye kurduğumuz dekor o tünelin bir yansımasıydı. Bildiğiniz Anadolu Ekspresi’ni yaşayan bir çocuğun hikayesiydi. “Kum Fırtınası” konsepti de Ankara’dan İstanbul’a arabayla çok sık gidip geldiğim dönemlerdeki gözlemlerimden ortaya çıktı. Ankara’nın bozkırı, otobanın etrafındaki kumlar, çatlamış topraklar konseptime yansıdı. Kumları çuval çuval kamyona yüklettim, hepsini podyumun zemini yaptık ve böylelikle Ankara’nın zemini dile gelmiş oldu. ‘Taş kafes’ konsepti fetihlerden sonra başkent olan şehirlerin aksine Ankara’nın bir kurtuluş başkenti olduğunu anlatıyordu.

Yurt dışında hangi modacıyla çalışmak isterdin? Dünya çapında bir projen var mı?

Roberto Cavalli, Dolce Gabbana, Louis Vitton gibi devlerin defilelerini beğeniyorum. Hintliler’in de dünya çapında çok modacısı var, oldukça başarılılar. Yaptığımız işlerle ilgili yurt dışından çok ciddi teklifler alıyoruz. Geçen sene Milano Moda Haftası’ndan bir davet almıştım. Ama o dönem askere gitmek zorunda kaldığım için proje askıda kaldı. Benim hiçbir zaman yurtdışındaki bir modacıyla çalışmak gibi bir amacım olmadı. Benim derdim Türkiye’den bir modacının uluslararası başarısında etkin rol oynamak. Bunu da Cemil İpekçi ile başardık. Kendisiyle İsviçre’de Ottoman Fashion Show’u yaptık. Avrupa’nın tam ortasında Cemil İpekçi ismiyle böyle bir defileyi iki bin kişiye yakın insan ayakta alkışladı.

Türkiye tekstil ve moda konusunda sence dünyanın neresinde duruyor? Türkiye’deki moda anlayışı ile dünyayı kıyasladığımızda nelerle karşılaşıyoruz?

Türkiye, vizyonunu biraz daha genişletirse günün birinde moda konusunda rakipsiz kalabilir. Şu anda dünya markalarının fason üretimini yapıyoruz. Kaliteli bir markanın ürettiği her şeyi taklit edebiliyoruz. Dışarıda çin malı bir fason üretimin etiketi bir liraysa Türk malı etiket on liradır. Bu aslında çok önemli bir gösterge. Bugün İtalya’da üretim yok ama moda sektöründe diğer ülkelerden daha fazla gelir elde ediyorlar. Çünkü bir ülkenin gelişmişliğini tasarımcılar gösterir. Biz tasarımcılarımızı dünyaya iyi bir şekilde tanıtırsak üretim konusunda zaten bir sorunumuz yok. Victoria’s Secret’ın bütçesi bizde olsa inanın daha iyisini yaparız. Yabancı modacıların defilelerini dikkatle incelerseniz logolarının olmadığını görürsünüz. Çünkü yurt dışında insanlar tasarımcı ne kadar öne çıkarsa ülkesindeki modanın da o derece gelişeceğine inanıyor. Önemli modacılar ülkelerinde çok değer görüyorlar. Bizim defilelerimizde ise logolar reklam olarak algılanıp hemen mozaikleniyor. Coca cola gibi ticari bir marka yasaklanabilir ama bir modacıya değer vermek gerekir. Çünkü bir tekstilci, modacı kitleleri ilgilendirir. Türkiye’de yapılan işler takdir görmüyor. Çünkü insanımızda “Takdir edersem bir dahaki işimizde fiyatı artar.” düşüncesi var. Aslında takdir edildikçe fiyat düşer.

Tekstil üretiminde birçok ülkenin ilerisinde olan Türkiye’den dünyaca kabul ve rağbet gören bir markanın çıkmamasını nasıl değerlendiriyorsun?

Türkiye’den şu ana kadar dünya çapında bir marka çıkmadığı bir gerçek… Ama devletin temellerini 2003 yılında attığı dünyanın ilk ve tek devlet destekli marka geliştirme programı olan ‘turquality’ adında bir projesi var. Buna göre yurt dışında bir mağaza açarsanız devletten hibe desteği alabiliyorsunuz. Mesela Koton şu anda dünyanın belirli yerlerinde şubelerini açmaya başladı. Son yıllarda marka olma yolunda önemli ilerlemeler kaydettik. Gelecek bence Türk tekstili açısından çok parlak görünüyor.

Modayı yabancılarla özdeşleştiren Türk insanının son dönemlerde Türk modacılarını da takip ettiğini görüyoruz. Sen neye bağlıyorsun bu durumu?

Çok doğru bir tespit. Çünkü modacılarımız artık medyada kendilerini daha çok ifade etme fırsatı buluyorlar ve bazı isimler yurt dışında da tanınır hale geldi. Cemil İpekçi, Atıl Kutoğlu, Hüseyin Çağlayan, Gamze Saraçoğlu, Özlem Süer, Ümit Ünal gibi eski ve yeni isimlerin ürünleri çok kıymetlendi ve ücretleri de yabancı markalarla boy ölçüşüyor. Ama yine de insanlar bu ürünlere rahat ulaşamıyorlar. Çünkü bizim modacılarımız aslında daha çok kişiye özel çalışıyor. İstanbul dışında oturan bir insanın bu saydığım isimlerin tasarımlarına ulaşması için bayağı zahmete katlanması gerekir. Perakende satış arttıkça yabancı egemenliği de büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.

Aslında dünyanın en zor mesleklerinden biri olan “mankenlik” mesleği Türkiye’de çok farklı boyutlarda algılanıyor. Türkiye’de beğendiğin mankenler var mı? Neden bizim de dünya çapında bir mankenimiz yok?

Irk olarak anatomimiz mankenliğe çok uygun değil. Ama tabii ki istisnalar da ülkemizde mevcut. Ebru Ürün, Sema Şimşek gibi mankenler hala Türkiye’de yetişmedi. Aileler mankenlik kavramına pek sıcak bakmıyor. Son zamanlarda üniversite mezunu eğitimli kızları kazandık. Onlar da zamanla tecrübe kazanacaklar. Çok güzel bir kuşak filizleniyor. Şu anda bu işi layıkıyla yapan 10-12 kişilik güzel bir kadro var.

Yabancı mankenlerin Türkiye’de iş yapması sence sektörü geliştiren bir unsur mudur?

Türkiye’deki yabancı model hakimiyeti moda çekimi ve kataloglarda göze çarpıyor. Eskiden yabancı modelleri Türkiye’ye yollamazlardı. Çünkü biz onlara göre geri kalmış bir ülkeydik.  Pek yabancı manken yoktu.  Türk mankenler kendilerini geliştirmeye çalışıyorlardı, parayı da onlar kazanıyordu. Ama şimdi devir değişti. Artık yabancı modeller kazanıyor. Dünya çapındaki ajansların Türkiye’ye manken yollamaya çalışması mankenlerimizin önünün kapanmasına yol açtı.

Biraz defilelerin olmazsa olmazı müzikten konuşalım. Kişisel müzik zevkin işine yansıyor mu?

Dinlediğim müzikleri devamlı işime uyarlamak istediğim için pek müzik zevkimin kaldığını söyleyemeyeceğim. Zaman sorunu yaşadığım için daha çok işime yönelik müzikler dinliyorum. Mesela Cemil İpekçi’nin ‘Yansıma’ defilesinde kağıtların gölge ile dansını anlatırken Indians’ Sacred Spirit adında bir proje grubunun müziklerini kullandık. İnsanları dinlerken başka boyutlara götüren gizemli müzikleri tercih ediyorum. Fazla gürültülü müzikler beni pek heyecanlandırmıyor. Ama her zaman hoşumuza giden müzikleri kullanmamız mümkün değil. Miss Fashion TV 2007’nin müziklerini yaparken tercihimiz popüler müzikten yana olmuştu. Çünkü dünyada iki yüz iki ülkeden canlı olarak yayınlanan bu yarışmada televizyonun formatından dolayı popüler müzik tercih edilmesi gerekiyordu.

Gelecekte kendini nasıl bir konumda görüyorsun? Hedeflerin neler? Bu aralar üzerine yoğunlaştığın bir proje var mı?

Bu konuda bir çok projem var. Kendi kültürümüzü yaşatarak dünya modasında hakettiğim yeri almak istiyorum. Uluslararası arenada hayalim ve hedefim Cemil İpekçi ile Türk modasını, Türk kültürünü dünyaya daha çok tanıtmak. Bunu Cemil İpekçi’yle beraber Zürih’te Ottoman Fashion Show ile daha önce gerçekleştirdik. Daha çok teatral sahneler kullanıp müzikale benzeyen defileler yapmak istiyorum. Yapabildiğim kadar yaptım, bu işi daha da ileriye götürmek tek hedefim. Kasım ayında Miss Globe International Finali Kıbrıs Kaya Artemis Otel’de TV 8’den dünyayla aynı anda canlı yayınlanacak. Bütün dünyaya Cemil İpekçi ile birlikte Mardin koleksiyonunu bir kez daha sahneleyeceğiz. Bunu Türkiye’de yapılmış uluslararası bir yarışmada yine Türk motifi ve müzikleriyle yapacağız. Onun dışında Cemil İpekçi ile ülke tanıtımıyla alakalı bazı projeler onaylandı, şimdi bunların üstünde çalışıyoruz.

Başından geçen ilginç bir olay var mı podyumda?

Erkan Özerman ile birlikte Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığımız Best Model of Turkey’in 20. yıl özel gecesinde jeneratördeki bir sorun yüzünden elektrik gitmişti. Kesinti belli aralıklarla birkaç defa tekrarlandı. Daha sonra yağmur başlamıştı. Davetliler yağmurdan korunmak için sandalyelerin üzerine bırakılmış kumaşları kullandılar. Altın renkli kumaşlar karşıdan bakıldığında inanılmaz bir görüntüye sebep olmuştu. İnsanlar her türlü olumsuzluğa rağmen emeğimize saygı gösterip geceyi yağmur altında noktaladılar. Yine de böyle tehlikeli durumları bir daha yaşamak istemem.

Meslek hayatında hayıflandığın, dolu olduğun noktalar var mı?

Evet öncelikle bir koreografın Türkiye’de ne iş yaptığını halkımız bilmeli. Çünkü biz diğer sanatçıların aksine direkt değil endirekt şekilde işimizi yapmak zorundayız. Defileyi yapan insanlar çok daha saygın yerlere ulaşmalı bence. Ayrıca adları duyulmayan bir sürü gizli kahraman var. Mesela yurt dışında bir saç tasarımcısı çok büyük değer görür. O insanlar kuru bir teşekkür bekliyor. Bizim gibi o insanların da takdir edilmesi gerekiyor.

SkyTurk Tv’de Modatürk programı yapıyorsun…

Evet, beş yıldır program devam ediyor. Yoğunluktan dolayı çekimlere ara vermiştik ama yakında yeniden başlayacağız. Rating kaygısı ve maddi beklentisi olmayan tamamen sektörün diline yönelik bir programım var. Anlatmak istediğim şeyleri daha ayrıntılı ve planlı bir şekilde insanlara ulaştırabileceğim bir yayın organımın olmasını istedim ve sanırım iyi de yapmışım. Çok güzel eleştiriler alıyorum.

Aşkını podyumda ölümsüzleştirdin… Evlilik nasıl gidiyor?

Ankara’daki Hindistan Büyükelçiliği, Hint Haftası’nda Hint kumaşlarından oluşan bir defile düzenlenmesini rica etmişti. Eşim de Ankara’da yaşayan abisini ziyarete gelmiş. Defilede kendisini görür görmez evlenmek istedim ve iki ay sonra da Moda Günleri’nde evlendik. Bizi izleyen 1500’e yakın insan vardı. Unutulmayan bir geceydi. Eşimi iyi tanımadan evlendim ama şu anda çok memnunum. Bu yüzden şanslı olduğumu söyleyebilirim. İngilizce anlaşıyoruz ama türkçeyi de gayet güzel konuşuyor.

2010-2011 Sonbahar – Kış sezon trendlerini yorumlayabilir misin?

Bu sezonun trendleri bir çok ana başlık altında incelenebilir. Siyah ve beyazın kontrastı kumaşlarda önemli bir yer tutuyor. Chino pamuğu ve ham deri pantolonlar revaçta. Giysilerde soylu bir hava ve görkemli tonlar hakim. Bazı kumaşlar kalın ve sıkı olmasına rağmen oldukça rahat. Koyu renkleri tercih edenler için yün şal yakalar, jimnastik pantolonları ve punk tarzı ceketler mevcut. Aksesuarın çok daha fazla öne çıktığı bir sezon olacak. Eskisine oranla daha modern tasarımların ve renkli koleksiyonların olduğunu söyleyebilirim.

Günün her saati şık görünmek isteyen kadınlara stil önerilerin nelerdir?

Günün her saati şık görünmek aslında o insan için hoş bir durum oluşturmaz. Çünkü diğer insanlardan bir ayrıcalığınız kalmıyor. Günlük yaşamınızda normal ve abartıya kaçmadan yaptığınız seçimleri, akşam şıklığa taşıyabilirseniz o zaman yıldızınız parlar ve stil sahibi olursunuz.

Türk sinemasındaki ve dizilerimizdeki sanat yönetimi sence özgün bir dile kavuşabildi mi?

Bu konuda başarılı örneklerimiz var ama kendimizi daha çok geliştirmemiz lazım. Çünkü sinemanın ve özellikle dizilerin Türk halkı üzerinde çok büyük etkisi var. Dizilerin bir sürekliliği var. İnsanlar özellikle dizi oyuncularını izliyorlar ve hayranı oldukları ünlülerin nerelerden giyindiklerini merak ediyorlar. Aşk-ı Memnu sanat yönetiminin başarılı olduğu dizilere en güzel örneklerden biriydi. Dizide herkesi karakterine ve duruşuna göre giydirmişlerdi. Nebahat Çehre’yi de buna en güzel örnek olarak verebiliriz. O yaştaki kadına giydiği her şeyi yakıştırmışlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir